“Hayat Donmasın Diye: Üstüne Talaş Çuvalı”

 "Hayat Donmasın Diye: Üstüne Talaş Çuvalı" Ankara kışıydı o. Dize kadar kar yağan zamanlardan değil; herkesin birbirine muhtaç olduğu o uzun aralıktan söz ediyorum. Devlet kurumlarında çalışan odacı komşularımız vardı. Sobanın ömrü onlara emanet gibiydi. Sanki bütün Ankaralılar devlet dairelerinde çalışırdı. Babam hariç. O serbest meslek insanıydı; emir altına giremezdi. Adliye’den dönen bir adam, elinde tomar tomar gazeteyle gelirdi. Sobalık… tandırda yakılacak. Okunmadan yanmanın hüznü de belki tam olarak buydu. Milli Eğitim Bakanlığı’nda çalışan başka bir komşu; yazılmamış ajandalar, yüzü eskimiş dergiler getirirdi. Kışlık kütüphanemiz böyle kuruldu: kırık raflı, bedava. Ruhu besleyen şeyler daima atıklar arasından çıkar. Denizimiz yoktu, evet. Ama şehrin göbeğinde hamsi kokusu dolanırdı. Hamsi, fakir sofrasının Akdeniz’iydi belki. Traktörle gelen o devasa lahanalar… Kış, lahananın altında birleşirdi. Sabahları kömürlükte soba kovası doldurulurken, talaşın içinden çıkan sanayicilerin ürettiği sanat eserleri: kare, üçgen, çarpık odun parçaları. Yere serilmiş gazetenin üstünde düşler kurardık. O odunlardan, evimizde hiç olmayan koltuk takımları, gökdelenler, arabalar, çöp bebeklerimize dünya yapardık. Oyunlarımız sobanın dibinde başlar, yeni kesilmiş bal kabağının çekirdekleri usulca kururken, bir kış boyunca sürerdi. Annem… Ellerini bilirim: Ispanağı hep tuzlu, bal kabağının altını hep tuttururdu. O eller, geceleri su saatini örterdi. Torba torba talaşla. Hayat donmasın diye. Vananın üstüne düşen o talaş torbasının alnındaki direnç yazısı. Böyledir işte; kadınlar her şeyi örter, korur. Haftada bir gelen, kapı kapı dolaşan, yaşlı, beli bükük, bereli bir dilenci vardı. Omzunda çuval, içinde topladığı kuru erzaklar: bir kap bulgur, iki parça yufka ekmeği… Perşembe günleri Hızır çöreği yapılırdı: yumurtasız, sütsüz. Tuzlu, kuru ve birkaç eve bölüştürülmüş. Bir komşu nine gelirdi bazen; sessiz, dertli bir film gibi. Gelini yüz vermezdi: “Git de biraz evleri temizleyeyim,” derdi, soğukta. Kadınların derdi hiç bitmez, bilirim. Bir baba, geç kalan oğlana söylenirdi: “Askere gitsin de aklı başına gelsin.” Askere gitmek, bir akıl yamağı mıydı sahiden? Derin bir aşk acısı da aynı işi görürdü belki; uslandırırdı insanı. Sonra o gelin kaynana oldu. Şimdi gelininin evine sığamama sırası ondaydı. O asi oğul baba oldu. Geçmişi silen bir ses titredi: “Korkuyorum, geç kalıyor,” dedi. Oğluna yasağı koyup bağırıp çağırırken. Mahalle sonra yıkıldı sanki üst üste dizilmiş o tahta parçalarının yıkılışı gibi. Sanki bir film aniden, sessizce bitti. O odalar, o ajandalar, o talaşlar… Hepsi birer mekân yitimine dönüştü. Orada olan herkes, bir film biter gibi yok oldu. Ankara’nın kışı böyle bir iz bıraktı. Meltem Yalçın #Ankara #Mamak #Kış #Talaş #Hamsi #Nostalji #Gecekondu #mahalle #şiir #kar