HAYAT ANATOMİSİ
Bir göl kenarına oturmuş seyrediyorum hayatı. Küçük sarı renkli, mavi benekli kurbağa, bir nilüfer yaprağının üzerinde duruyor, etrafına bakıyor. Pembe renkli açmış nilüfer çiçekleri, daha tomurcuk olan çiçeklere bakıyor ama bunlar onun ilgisini çekmiyor. Muhtemelen acıkmış, yiyecek bir şeyler arıyor. O sırada etrafında dikkatini çeken sinekler uçuşuyor. Bir tanesini kapıyor diliyle hemen. Ama pek doymuşa benzemiyor. Ve ardından birkaç tane daha yiyor.
O karnını güzelce doyururken bende düşünüyorum; sinekler öldüğü için üzülüyor insan ama bu kurbağa bu sinekleri yemese ortalık sinekten geçilmezdi değil mi? Bu da hiç hoş bir durum olmazdı. Her şey öyle muazzam düzen ve döngü içinde ki. Bazen bu düzene müdahale ediyoruz kendimizce iyi bir şey yaptığımızı zannediyoruz ama maalesef öyle olmuyor. Dünya bir yörünge de dönerken onu durdurmak isteyip, durdurursak da olacak felaketleri bir düşünün derim. Aslında şu an olduğu gibi doğaya o kadar müdahale ettik ki artık doğa kendi dilinde buna karşı koymaya çalışıyor.
Mevsimler belirsiz artık; yaz kış birbiri içinde. Çiçek açmış ağaçların üzeri kar örtüsüne bürünüyor. Yeryüzü bende buradayım diyor ve sarsılıyor. Belki de kendimize gelmemizi istiyor bu şeklide. Bu yaşananları görüp anlayıp artık bir şeylere müdahale etmememiz gerektiğini, gerekli önlemleri alıp, hayatı olduğu gibi kabul edip yaşamamızı söylüyor. Bazı yaşanan olaylara ne kadar üzülsek de onların yaşanması gerektiğini kabul edip bu yaşanılanlardan ders alıp yola devam etmek gerekiyor. İ
yisiyle, kötüsüyle, hüznüyle, neşesiyle bir hayat var ve bu hayat bir gün son bulacak. O güne kadar iyilik ve güzellikten yana bir yaşam sürmek gerekiyor.
Umutla ve sevgiyle.
MERVE ÖZBAKIR