Halil Cibran Sözleri, Kitapları ve Hayatı

Halil Cibran, 8 yaşına gelince babası vergi kaçırmak suçuyla tutuklanıp tüm mal varlıklarına el konunca 1895’te ailesiyle birlikte Boston’a göç eder. Ancak babası Lübnan’da kalır. Amerika’daki bu yılları yoksulluk yılları olacaktır ki, yaşamında silinmez izler de bırakacaktır. Annesi Kamile seyyar satıcılık yaparak aileye bakar. Ailenin eğitim alan tek çocuğu Halil Cibran’dır. Okul kaydı sırasında Cubran Halil Cubran olan adı, Halil Cibran olarak yazılır, sonraki yıllarda bunu düzeltmek istese de ismi böyle kalır.

Portrait Of A Young Woman With Head Inclined (Halil Cibran’ın resimlerinden)

1896’da onu evrensel sanatla tanıştıran, onun eğitimiyle ilgilenen adeta hamisi olan fotoğraf sanatçısı Fred Holland Day olur. Fred Holland onun resimlerinin kitap kapağı olarak yayınlanmasını sağlar. Boston sanat çevresinde tanınır olmaya başlayınca aile kaygılanır ve onu tekrar Lübnan’a yollar. 1898’de Lübnan’a dönerek Maruni Kilisesi’ne bağlı Me’hadûl-Hikme okuluna girer. Burada Arap Dil ve edebiyatı ile Arapça İncil’e ilgisi dışında, uzun saçlı, dini vecibelerini aksatan, okulla sorunlu bir gençtir. Fakat yine de okulu bitirir. Hasta kızkardeşi ve annesi nedeniyle 1902’de Boston’a geri döner. Aynı yıl art arda kızkardeşini, üvey erkek kardeşini ve annesini hastalıklar nedeniyle kaybeder.

The Family (Halil Cibran’ın resimlerinden)

1904’te Boston’da Arap göçmenlerin gazetesi olan el-Muhacir’de deneme türündeki ilk edebi ürünlerini yayımlar. Bu ilk çalışması, kafesteki kuşu romantik bir şekilde betimlediği Vizyon adlı makalesidir. Fred Holland Day’ın bir sergisinde kendisinden iki yaş büyük güzel şair Josephine Preston Peabody ile tanışır, portresini çizer. Cibran’a “Genç ermişim benim” diye hitap eden Josephine’le aralarında duygusal bir yakınlaşma olur. Halil Cibran en tanınmış eseri Ermiş’e esin kaynağı olan Josephine Preston Peabody’e ithaf eder kitabını. Daha sonra evlenme teklif etse de red cevabı alır ve Josephine bir başkasıyla evlenir. 1905’te ilk Arapça eseri, üvey ağabeyinin ud çalmasından ve Fred Holland Day’ın opera davetlerinden esinlendiği Nubthah fi Fan Al-Musiqa yayımlanır. Yaşamı boyunca ona koruyuculuk eden, kendisinden on yaş büyük Mary Haskell ile tanışır. Ona finansör olacak, İngilizce yazmaya teşvik edecek, hatta zaman zaman editörlüğünü yapacaktır. Onun sayesinde sanatçı oldum dediği Mary’e evlenme teklif etse de red cevabı alacaktır. Mary tanıştıktan sonra 17 yıl boyunca Cibran’ın yaşamına dair kişisel anıları içeren bir günlük tutacaktır. Bu dönemde yazdığı Arapça şiirler, ileride yazacağı İngilizce şiirler kadar başarılı olmayacaktır. Eserlerinde kadın hakları konusu, ruhban sınıfına yaptığı eleştiriler tehlikeli, ihtilalci ve gençliği zehirleyici bulunarak kilise tarafından afaroz edilir. Cibran şöyle der: “Cezaya çarptırılıp, sürgüne gönderildim ve kilise tarafından aforoz edildim. Geçirdiğim yıllarda hiçbir pişmanlığa kapılmış değilim. Gerçeği arayıp da onu insanlara açıklayan herkes acı çekmeye mahkumdur.” Resim bilgisini geliştirmek amacıyla 1908-1910 arasında Paris’te kalır. Bu gezi sırasında Auguste Rodin ve dönemin tanınmış sanatçılarıyla tanışır, sanatsal anlamda olgunlaşmasına neden olan bir gezidir. Döndükten sonra New York’a yerleşir ve kendisini Arapça ve İngilizce edebi denemeler, öyküler yazmaya ve resim yapmaya verir. 1908’de yayımlanan Asi Ruhlar’da yer alan öykülerde Cibran, toplumdaki ikiyüzlülüğü şiddetle eleştirir, geleneksel toplumlarda kadının sokulmaya çalışıldığı dar kalıba karşı çıkar, devlet yönetiminin ahlaki temellerini sorgular, anavatanı Lübnan’daki atalardan yadigar adetleri bütün çıplaklığıyla gözler önüne serer. “… Evet uyanıp da kanatlarımın hareket ettiğini ve beni aşk atmosferine uçurmak istediğini gördüğümde, henüz anlamını dahi bilmediğim, bedenimi saran bağlılık ve kanun zincirleri karşısında acizlikten titreyerek sarsıldığımda, evet uyanıp da bütün bunları hissettiğimde anladım ki, kadının mutluluğu ne erkeğin onur ve otoritesi, ne de cömertlik ve yumuşaklığıdır. Aksine gerçek mutluluk, ruhları birleştiren, kadının sinesine erkeğin duygularını akıtan, hayat yolunda ikisini tek bir parça, Allah’ın iradesiyle tek bir varlık yapan sevgidir.” (Verde el Hânî, Asi Ruhlar) 1912’de yayımlanan Kırık Kanatlar için Mary’e yazdığı mektupta kitapta anlatılanların kendisiyle ilgili olmadığını söylese de, ona göre bu kitabı ruhsal bir otobiyografidir. Arapça yazdığı bu romanı genç bir adamla, sonu talihsiz biten bir aşk yaşayan Selma Karami’nin öyküsünü anlatır. Selma’nın öyküsü Cibran’ın Lübnan’da okurken aşık olduğu dul Sultana Tabit’le ilgilidir. Bazı eleştirmenlere göre ise hocası Selim Dahir aracılığıyla yine Lübnan’da tanıdığı, aşık olduğu genç bir kızla yaşadığı sonu hüzünle biten aşkın hikayesi. “Aşk, sihirli ışınlarıyla gözlerimi açıp, ateşten parmaklarıyla ruhuma ilk dokunduğunda on sekizindeydim, güzelliğiyle ruhumu uyandıran ve beni günlerimin bir düş, gecelerimin bayram gibi geçtiği büyük bir sevginin bahçesine sokan ilk kadın Selma Karami oldu. Selma Karami kendi güzelliğini örnek gösterip, güzelliğe tapınmamı sağladı, sevgisiyle ruhuma aşkın gizlerini açtı, bana gerçek yaşamın şiirini okudu.” Yazdıkları, basılan kitapları Arap basınında pek ilgi görmüyordu. Çeşitli Arap dergilerinin yönetim kuruluna ve edebiyat cemiyetlerine üye olur. Siyasi düşüncelerini açıklayan ama yöneticileri de kızdıran makaleler yayımlar. Bu yazdıkları sayesinde ve Ermiş adlı eseri yayımlandıktan sonra Arap dünyasında büyük bir üne kavuşur. 1923’te yayımlanan onun başyapıtı sayılan Ermiş, 26 şiirden oluşan karma bir şiir denemeleri kitabıdır. El Mustafa adındaki bir kahinin 12 sene kaldığı Orphalese şehrinden ayrılıp evine gitmek üzereyken bir grup halk tarafından durdurulması ve hayat üzerine diyalogları üzerine kuruludur. Cibran’ın kaleminde hayat bulan El-Mustafa, hakikati işaret ediyor ve öğretilerini sıralıyorken, bu öğretileri barındıran Ermiş için Cibran “Metni yayımcıma teslim etmeden önce tam dört yıl elimde tuttum. İçindeki her sözcüğün kendimden verebileceğim en iyi sözcük olduğundan emin olmak istedim.” der. Cibran 1905 yılından itibaren resim yapmaya başlar, tüm karakalem ve boya çalışmalarını çeşitli defalar sergiler. Ancak 1919’da Twenty Drawings (Yirmi Resim) adıyla ilk ve son olmak üzere kitaplaştırılır.

Four Faces (Halil Cibran’ın resimlerinden)

Ermiş, Batı Avrupa ve ABD’de 68 kuşağı gençliğinin adeta el kitabı haline gelir. Elvis Presley, Halil Cibran’ın kitaplarına hayrandı ve birçok defa o kitapları ücretsiz dağıtırdı. “Sevgi bir şey istemez, tamamlanmaktan başka… Fakat seviyorsanız ve ihtiyaçların arzuları varsa, bırakın bunlar sizin de arzularınız olsun. Erimek ve akmak, geceye şarkılar sunan bir dere misali, şefkatin fazlasının verdiği acıyı bilip kendi sevgi anlayışınla yaralanmak ve kanamak, yine de istekle ve coşkuyla… Şafak vakti kanatlanmış bir gönülle uyanmak ve bir sevgi gününe daha teşekkürle uzanmak… Sessizce çekilmek öğle vakti, sevginin vecdini duymak, akşamın çöküşüyle de eve huzurla dönmek ve kalbinde sevgiliye bir dua, dudaklarında bir şükür şarkısıyla uyumak.”

Mey Ziyade, Halil Cibran

Arap Edebiyatı’ndaki ilk kadın yazarlarından Mey Ziyade, 1912’de Halil Cibran’ın Kırık Kanatlar adlı kitabını okur ve özellikle kitaptaki Selma Karami’den etkilenir ve Halil Cibran’a mektup yazar. Uzun bir bekleyişten sonra Cibran’dan yanıt gelir. İşte o günden, Cibran’ın öldüğü 1931 yılına dek tam on dokuz yıl boyunca aralıksız sürecek olan mektuplaşmalar başlar. Edebi ve felsefi görüşlerin paylaşıldığı entelektüel sohbetler içeren bu mektuplaşmalar, giderek derin bir tutkuya ve aşka dönüşür. Uzun yıllar görmeden, sesini duymadan, mektuplarıyla hayatını dolduran Cibran’ın ölümünden sonra intihara bile kalkışır. Bu girişiminin ardından yakınları onu Mısır’dan alıp Lübnan’a götürür. Bir süre akıl hastanesinde kalır. 1941 yılında Kahire’de ölür. Aralarındaki mektuplar Aşk Mektupları – Halil Cibran adıyla yayımlandı. “Sevgili Mey, Çocukluğumdan beri beni, ben olarak tanıttığım tüm kadınlara borçluyum. Kadınlar gözlerimin pencerelerini ve ruhumun kapılarını araladılar. Eğer kadın-anne, kadın-abla ve kadın-arkadaş olmasaydı, ben de dünyadaki huzuru ve sükuneti, horlamalarında arayanlar arasında uyuyor olacaktım. Mey, aşkı bir amaç olarak görürüz, bir sona ulaşmada bir araç olarak değil. Sen bende yaşıyorsun ve ben sende, bunu sen de biliyorsun, ben de. Tüm insanlar içinde ruhuma en yakın olanı, yüreğime en yakın olanı sensin, ruhlarımız ve yüreklerimiz asla kavga etmez. Sadece düşüncelerimiz kavga eder. Bana aşktan korktuğunu söylüyorsun, neden küçüğüm? Güneş ışığından korkuyor musun? Denizin gelgitinden korkuyor musun? Günün doğuşundan korkuyor musun? Baharın gelişinden korkuyor musun? Aşktan neden korktuğunu merak ediyorum.” (Halil Cibran) Onu himaye eden ve sanatını, yeteneklerini ortaya koyması için elinden gelen her şeyi yapan Mary Haskell ile arasındaki uzun süreli ve derin bir dostluk, Haskell’in evlenip onun hayatından çekilmesinden sonra biter. Bu kez hayatına yayınevi sahibi ve öğretmen Barbara Young girer ki, ölümünden sonra Cibran’ın hayatını anlattığı Lübnan’dan Gelen Bu Adam kitabını yazar. Cibran hayatında birer iyilik meleği gibi dolaşan bu kadınları çok sevmiş ve hayatı boyunca onları sevgi ve şükranla anmıştır. 1926’da yayımlanan, küçük kağıt parçalarına ve defterlere karaladığı aforizmalardan oluşan Kum ve Köpük yayımlanır. Beatles grubu üyesi John Lennon bir trafik kazasında kaybettiği annesi için yazdığı Julia adlı şarkıda bu yapıttan satırlara yer vermiştir. “Aklı yavaş olana değil de ayağı yavaş olana, kalbi kör olana değil de gözleri kör olana acıman şaşılacak şey doğrusu.” “Kederin ya da sevincin büyüdüğünde, dünya gözünde küçülür.” “Bugünün hüzünleri arasında bize en acı geleni dünün sevinçlerinin anısıdır.” “Birlikte güldüğün kimseyi unutabilirsin ama, birlikte ağladığın birini asla unutmazsın.” “Tuzda garip bir kutsal güç olduğu kesin. Çünkü o, hem gözyaşlarımızda var hem de denizde.” Mehcer Edebiyatı’nın (Araplar’ın Amerika kıtasında temsil ettikleri Arap edebiyatı) öncüsü olan Cibran tüm yapıtlarında kutsal kitaplardakini andırır bir dil kullanır. Aforizmaları sanki meydanlarda yüksek sesle okusunlar diye yazılmış gibidir. Eserlerinde neden bahsederse bahsetsin, konunun eninde sonunda döndüğü ana konulardan biridir sevgi. Tabiat sevgisi, sanat sevgisi, doğa sevgisi ve vatan sevgisini eserlerinde işleyen Cibran, en çok beşeri sevgi ve her türlü sevginin üstünde yer alan, Tanrı ile buluşma noktası olan evrensel sevgi üzerinde odaklanmaktadır. 1920’lerin sonlarına doğru bir gece Yeryüzü Tanrıları isimli eserini yazdığı dönemde, bir gece kar yağarken, eserini dışarıda yazmak ister. Central Park’a gider. Yanına gelen polisler Cibran’a nereli olduğunu sorduktan sonra, polislerden biri “Sizin oradan bir yazar var, ne zaman ki kitapları evime girdi, eşim bana itaat etmeyi bıraktı, artık benimle tartışabiliyor. Sanırım o yazarın ismi Halil Cibran’dı. Hiç duydun mu bu adamı?” der. Cibran da “Evet, duymuştum.” der. Ve Hüznüm Doğduğunda Ve hüznüm doğduğunda özenle besledim onu, Gece gündüz üstüne titredim sevecenliğimle… Ve hüznüm büyüdü zamanla, serpilip güçlendi, Tüm canlı varlıklar gibi olağanüstü güzelleşti. Ve hüznümle ben, hep sevdik birbirimizi, ve dünyayı, Kaynaştık güzel ruhlarımızla birbirimize ve dünyaya… Ve hüznümle ben, söyleştikçe günlerimiz kanatlanır, Konuşkan düşlerimizle seçkinleşirdi gecelerimiz. Halil Cibran (Çeviren: Deniz Özder) 1928’de sağlığı giderek kötüleşmesine rağmen, alkolle dostluğunu ilerletir. Ruhsal durumu da iyi değildir, öyle ki hayranlarıyla buluştuğu bir gün ansızın gelen ağlama krizine girer. 10 Nisan 1931’de ilerlemiş siroz ve tüberkülozdan 48 yaşında yaşama veda eder. Ocak 1932’de doğduğu yere yakın Mar Sarkis Manastırı’na defnedilir. Ne yazık ki kemikleri mezarından çalınır ve bulunamaz. Kaynak Halil Cibran’ın Eserlerinde Beşeri ve Evrensel Sevgi, Halil Cibran Web Sitesi, Halil Cibran’ın Hayatı, Halil Cibran, Halil Cibran’dan Aforizmalar