Gülen Virtüöz – Rabia Kaçmaz

Onu izliyorum devamlı, elimde değil;

Bir keman başında saatlerce oturuşunu izlemek…

Konuşuyor benimle, sözsüz, sessiz, melankolik çokça,

Dinlendiriyor onu dinlemek, gevşetiyor ve rahatlıyor…

Arada kemanından kayan bakışları inceliyor beni,

Dudakları geriliyor, tebessüm gibi, heyecanlanıyorum…

O hep tebessüm eder, gözleriyle güler,

Kahkahalarını dinletir herkese bir şarkı gibi…

Ya melodileri, sayısız moloz yığını üzerinde ilerlemek gibi,

Ben molozlar üstüne çıktıkça onlar dönüyor, düşüyorum,

Bin bir çeşit duygu sarmalıyor sonra beni.

Ardından ben öyle tam rahatlarken molozlar düşüyor üstüme,

Parçalanıyor kemiklerim, kan bulaşan molozlara sarılıyorum.

Ardından derinlerden gelen bir yer sarsıntısı,

Toprak içine çekiyor beni, anında koyu ve ağır bir karanlık karşılıyor.

Sonra, bir anda tebessümü geliyor aklıma,

Zihnimi dolduruyor gülüşü, aydınlanıyor her yer;

Ve capcanlı kahkahası ile o ürkütücü sessizlik de yok oluyor.

Peşinden de o acı çeken melodileri, ağlayan tınılar,

Dört bir koldan çekip duruyorlar beni, hırpalanıyorum.

Ben kendimden geçtiğim sırada o kalkıyor yerinden,

Piyanosunun başına oturuyor, biraz da oradan sesleniyor.

Hiç kendini anlatmaz, bir kez olsun ben, demedi;

Kendini anlatan hangimizi anladılar ki sanki?

Bunu çok iyi biliyor, biliyor ve konuşmuyor,

Konuşturuyor kendisine açılmış tüm duyguları.

Konuşan hem o hem de o değil, ne önemi var ki?

Konuşanları dinlemek, acıyı, hüznü, özlemi, aşkı, kırıklıkları,

Dinlemek onları, anlaşılmak, duyulmak gibi…

Kendimi dinliyorum, kendi acılarımı, kırıklıklarımı,

Aldandığım her şey ama her şey burada, yanımda;

Sırtımı sıvazlıyorlar, başımı okşuyor, öpüyor, sarılıyorlar.

Çok sahici her şey, yaşamak gibi değil, daha bir gerçek, içten…

Bu dil, o melodiler, daha net, daha konuşkan,

Hem oturaklı hem heyecan dolu, çekiyor yanına;

Tam oturuyorum, o tekrar kalkıyor, bu sefer daha atik,

Biraz aceleci geldi bana, yarım kaldı oysa konuşma.

Koca odayı aydınlatan, o devasa pencereye doğru gidiyor,

Ilık rüzgârın üşüttüğünü sanıyorum, kesilmesin de o esiş istiyorum.

Çelloya sarılıyor en zarif kıvrımlara sahip o kollarıyla,

Eşsiz bir sanat eserini izliyorum adeta, sarhoş edici…

Bir ipek gibi kayıyor teller arasında parmakları,

Ruhumun en sırlı köşelerine sızıyor çellodan yayılanlar;

Anlaşılmak, hiç bu kadar sarsıcı olmamıştı, dağılıyorum,

Çözülüyorum hücrelerime değin, çırılçıplak kalmış gibiyim.

Ben utanıyorum, o ise en çarpıcı gülümsemesiyle selamlıyor beni.