Göçmenin umudu kâbus ile masal arasında geziniyor
İtalya’nın bu seneki Oscar adayı “Io Capitano/Kaptan Benim”, ‘Avrupa kıyılarına varmak gerçekten de bir umut mu yoksa yaşanması muhtemel ırkçılığın ilk basamağı mı?’ sorusunu seyircinin önüne çıkarıyor
Müjde Işıl - Ülkemiz göçmenler için hem durak hem de yeni bir memleket statüsündeyken onların yolculuğu yaşamsal ve sanatsal açıdan farklı anlamlar barındırıyor hiç kuşkusuz. Bu çileli, riskli ve hayati yolculuğu anlatan yeni ve ödüllü yapımlardan biri de “Io Capitano/Kaptan Benim”. En İyi Uluslararası Film kategorisinde İtalya’nın Oscar adayı olan ve geçen sene Venedik Film Festivali’nde Matteo Garrone’ye En İyi Yönetmen Ödülü getiren yapım, aydınlıkta geçen bir kâbus anlatırken masal ile karabasan arasında geziniyor. Haberin DevamıHikâyenin merkezinde iki kuzen var. 16 yaşındaki Seydou ile Musa, pop yıldızı olma umuduyla ülkeleri Senegal’den yasa dışı yollarla Avrupa’ya gitmeye karar verirler. Matteo Garrone, bu yolculuğun her ânında seyircinin, onların yaşadıklarına tanıklık etmesini hedefliyor. Ama bu tanıklığı duygu sömürüsüne bağlamıyor. Aslında tek bir duygu ya da tek bir tarza bağlamıyor. Tezatlıklardan etkileyici bir dil inşa ediyor. Çölde, denizde vs. harika manzaralar eşliğinde insanlığın çektiği eziyeti gösteriyor örneğin. Ya da ölümle yüzleşirken umuda da bağlanıyor. En trajik anda hayallere geçiş yaparak kâbustan masala dönüşüyor. Ve koca koca ülkelerin, insanların sorumluluktan kaçtığı bu krizde tüm yükün 16 yaşındaki bir çocuğun, UNICEF tişörtü giyen bir gencin omuzuna yüklenmesini sorguluyor. Bir anlamda bu yolculuğu masumiyetle simgeselleştiriyor. Haberin DevamıVicdan rahatlatması Bu noktaya kadar her şey çok anlamlı, etkileyici ve sarsıcı. Film tezatlıkları çarpıştırarak trajedinin derinliğinde bizi boğmazken bir yandan da onu iliklerimize kadar hissetmemizi sağlıyor. Bitkisel hayata girip yeniden yaşama bağlanmak gibi… Matteo Garrone, profesyonel olmayan oyuncularından harika performanslar alarak, bu göç yolculuğunu bir hata ya da mütecavizlik değil, umutlu bir yaşam hakkı olduğunu vurguluyor. Ancak filmin sadece Afrika’dan çıkışa odaklanması şöyle bir handikapla baş başa bırakıyor bizi: Afrika’daki insanların bu yolculuğa çıkışının temelinde onları yüzyıllarca sömürmüş Avrupa hiç yokmuş gibi bakmak ne kadar doğru? Ve Avrupa kıyılarına varmak gerçekten de bir umut mu yoksa yaşanması muhtemel ırkçılığın ilk basamağı mı? “Kaptan Benim” bu sorularla yüzleşmemeyi ve risksiz alanda kalmayı tercih ediyor. İtalyanların sömürge tarihi ve göçmen politikaları açısından bir nevi vicdan rahatlatması yapıyor belki de…