Ganizade Nadiri
Ganîzâde Mehmet Nâdirî (d.1572 – ö. 1627) (Osmanlı âlimi, şair ve hattat)
Atai ve Katib Çelebi gibi müellifler tarafından doğum tarihini 980 (1572) olarak kaydedilen Ganîzâde Nâdirî kendisiyle aynı mahlası taşıyan Bağdatlı Nadiri ile karıştırılmaması için Ganizade olarak anılmıştır. Tam adı Abdülgani-zade Mehmed Nadir Efendi şeklindedir ancak asıl adı Mehmed’dir.
Bolu’nun Gerede kasabasından önemli bir kişi olan Bursa ve İstanbul’da çeşitli medreselerde müderrislik yapan Abdülgani Efendi’nin oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Abdülgani Efendi medreselerdeki müderrislik görevi dışında Şam, Kahire ve İstanbul’da kadılık yapmış, kısa bir süreliğine Anadolu kazaskerliği yapmış ve 995’de (1587) Bursa’da vefat etmiştir. Aynı zamanda Ganizade’nin dedesi olan Bayezid Efendi de tanınmış bir kadıdır. Ailesinde hem babasının hem de dedesinin ilimle yakından ilişkisinin olması sebebiyle ilk eğitimi aile içerisinde almış ve Şehname’sinde belirttiği üzere ilim ve edebiyat meclislerinde bulunmuş, Keşşaf, Envar-ı Tenzil, Dürer ve Gürer, Mevakıf, Sahih-i Buhari, Mesabih, Tenkih ve Tavzif gibi medreselerde okutulan ders kitaplarını da okumuştur.
İyi bir medrese eğitimi aldıktan sonra III. Murad’ın da hocalığını yapan Hoca Sadeddin Efendi’den mülazim olmuştur. 1000 (1592)’de kırk akçe ile İstanbul’da Papasoğlu Medresesi’nde müderrisliğe başlamış ardından 1005’te (1596-1597) Sahn-ı Seman ve Süleymaniye medreselerinde görev aldı. Bu dönem içerisinde Şeyhülislam Sun’ullah Efendi’nin kızıyla evlendi.
1011 (1602)’de ilmiye sınıfından ayrılarak kadılık mesleğine geçmiş, bu geçiş Selanik kadılığına tayin edilmesiyle gerçekleşmiştir. Bu görevin ardından Kahire ve Edirne’de kadılık görevlerinde bulunmuş ve Edirne’de kadılık görevini sürdürürken I. Ahmed’in dikkatini çekmiş bu sebeple de İstanbul kadılığına tayin edilmiştir. 1018 şevvalinde (Ocak 1610) bu görevinden azledilerek Galata kadılığıyla görevlendirilmiş, iki yıl bu göreve devam ettikten sonra Anadolu kazaskerliğine yükseltirmiştir. 1028 şevvalinde (Eylül 1619) Şeyhülislam Zekeriyyazade Yahya Efendi’nin yerine Rumeli kazaskerliğine getirilmiştir. Bir yıl sonra bu görevden emekliye ayrılmıştır fakat bu ayrılık bazı kaynaklarda azil şeklinde de yer almıştır. 1031 (1622)’de Galata kazası arpalık olarak kendisine verilmiştir ve bundan iki sene sonra tekrardan Rumeli kazaskerliğine getirilmiştir. Bu görevden de 1034 şevvalde (Temmuz 1625) ayrılmış, altı ay kadar felçli olarak yatmış ve 1036’da (şubat 1627) İstanbul’da vefat etmiştir. Naaşı Fatih’teki Abid Çelebi Mescidi haziresine defnedilmiştir.
Ölümü için “el-Cennetü mesvah” ve “Nadiri gitti bu devrin hayfa” şekillerinde tarih mısrası düşürülmüştür.
Ganizade Nadiri üslubu içerdiği süs ve ahenk yönüyle Baki’yi, coşkulu ve sanatkarane anlatımı yönüyle Şeyhülislam Yahya ile Nef’iyi anımsatır.
Gazel ve kasidelerinde başarılıdır ve kasidelerinden en güzeli ise yetmiş dört beyitlik mi’raciyyesidir. Bu mi’raciyesi coşkun, samimi ve şairane bir üslupla yazılmıştır.
Şiirlerinde söz ve mana sanatlarını başarıyla kullanmış aynı zamanda vezin ve şekil bakımından da kusursuz sayılabilecek şiirler meydana getirmiştir. Birçok Arapça ve Farsça terkibe yer vermiştir şiirlerinde. Ganizade aynı zamanda sülüs, nesih, rik’a ve ta’likte devrin önemli hattatları arasında yer almıştır.
Şiirlerinde maddi aşk yanında ilahi aşk, dünya sevgisi yanında ahirete dair korkuya yer verdiği için mutasavvıf şairler arasında yer almasa da tasavvufu şiir için bir araç olarak kullanmıştır. Pek çok şiirinde karşımıza çıkmasa da bazı beyitlerinde hikemi söyleyişlere de rastlanır.
Tenasüp, teşbih, istiare, mecaz gibi edebi sanatlara şiirlerinde etkili bir şekilde kullanmıştır.
Şiirleri şekil ve vezin açısından kusursuz sayılabilecek düzeydedir. Çoğunlukla zengin kafiyeyi kullanmayı tercih etmiştir ancak tam kafiyeli ve cinaslı kullanımlara da yer vermiştir.
- Divan: İstanbul kütüphanelerinde birçok nüshası bulunur. Eserde bir mensur mukaddime, bir mi’raciyye, bir na’t, otuz yedi kaside, bir terciibent, dört müseddes, üç tahmis, 121 gazel, dokuz tarih mısrası, yirmi bir kıta ve otuz iki rubai bulunur.
- Şehname: Osman’ın emri üzerine kaleme alınmış 1956 beyitten oluşan bir mesnevidir. Tahmid ile başlar, münacat ve na’tın ardından uzun bir mi’raciyye bölümü gelir. Eser, I. Ahmed’in son dönemi ile II. Osman zamanında meydana gelen önemli olayları anlatmıştır. Eserin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde iki, Köprülü Kütüphanesi’nde bir nüshası bulunmaktadır.
- Münşeat: Ganizade’nin çeşitli konularda mensur yazılarından oluşan eseridir. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde üç nüshası bulunmaktadır.
- Kalemiyye: er-Risaletü’l-kalemiyye veya Risale-i kalemiyye şeklinde de adlandırılan bu eser Arapça bir risaledir.
- Tefsir-i Beyzavi Haşiyesi: Ganizade, Bakara süresinin ortalarına kadar yazdığı haşiye ile çeşitli surelerle yaptığı ta’likatları, babasının da aynı konuda yazdıklarıyla birleştirerek oluşturduğu eseridir.
Getür sakiya bir mey-i ergavan Ki ser-mest ola neşvesinden cihan Diyem nice bin beyt-i safvet şi’ar Olam ben de Firdevsi-i rüzgar Cihan halkı yek-ser fena-der-fena Heman vech-i Rabbünde ancak beka Fena-yı cihan vahy-i mansusdur Hayat-ı ebed Hakka mahsusdur. Ne mümkin helalin virüp gayre merd Diye sonra itsem gerektür neberd Yedi başlu ejderdür ol nam-dar Her iklimi bir başdan alsa ne var Kasîde gazel tarzına Rûmiyân ‘Acemler kadar gerçi şân Kanı Rûmda öyle bir mesnevî Ki ma‘ni vü lafzı ola hep kavî Benem server-i Âl-i Cengîz Hân Re‘âyâmuz olmuşdur Îrâniyân Nedür birkaç Îrânî-i hîle-cû K’ola hayl-i Cengîz ile rû-be-rû Alup tâc-ı şâhı idem ser-nigûn Nişîmen kılam bâze vakt-ı sükûn Çü şâha rücû’ eyledi Kârçıgay O sâ‘at hemân itdi tebdîl-i cây Bilince anı sadr-ı âlî- cenâb Güher dökdi erkâna itdi hitâb Ki ey serverân hâyli müşgil bu hâl Ki şâh-ı ‘Acem karşu gelmek muhâl Meğer kim idüp Erdebil’e hücûm İdem kahr ile anı me‘vâ-yi bûm Salup şâha bir şu‘le-i serkeşi Uram kabr-i ecdâdına âteşi Ki şâyed geçüp tîr-i gam cânına Zarûrî gele ceng meydânınaDİVAN’INDAN GAZELLER
Gazel-1 fâilâtün/fâilâtün/fâilâtün/fâilün Ey zülâl-i meşrebünden reşha cûy-ı selsebîl Âteş-i ‘ışk-ı cemâlünde semender Cebrâ’îl Meş‘al-i nûr-ı cebînün salike yol gösterür Kârbân-ı mümkinâta zât-ı pâkündür delîl “Kâbe kavseyn”i güzâr itdi hadeng-i himmetün Bulsa ‘arş anun makâmın sâkı eylerdi meyil Pîşhân-ı mâh-ı bedrün bendini itdün şikest Telh idüp bezm-i hevâyı Zühre’yi kıldun zelîl Ümmetün çün eylemiş âmâde millet ni‘metin Meclis-i ‘âlemde hân-sâlâr-ı fazlundur Halîl Kabzası mikyâs olup şekl-i esâbi‘ gösterür Çünki Mısr-ı dîne âb-ı tîğ-i şer‘ün oldı Nîl Yâ Resûlullah bir ednâ çâkeründür Nâdirî Hâk-i râhun merhem it fitrâk-ı reh-vârun fetîl Gazel-2 fâilâtün/fâilâtün/fâilâtün/fâilün Ey vücûdun nahl-i bî-mânend-i nüzhet-gâh-ı dîn Bülbül-i şeydâ gül-i ruhsâruna Rûhu’l-emîn Çenber-i gerdûn elünde halka-yı engüşteri Levh-i a‘lâ fass-ı hâtem nakşı Kur’ân-ı mübîn Sâyeni kaldurdı yirden sâye-bân itdi Hudâ Sandı anı seyr iden üstünde ebr-i ‘anberîn Meh degül şakk oldı eyvân-ı sipihrün zehresi Rahş-ı ‘azmün cünbişinden şöyle deprendi zemîn Var ise mühr-i nübüvvet merdüm-i bînendedür Ol ten-i pür-nûra lâyıkdur disem ‘ayn’el-yakîn Sümm-i esbün anı çâk itdi degüldür mâh-ı nev Çünkü ferş oldı yolunda atlas-ı çarh-ı berîn Ya Resûlullah gubâr-ı dergehündür Nâdirî Kapmasun bâd-ı hevâ kıl reşha-i lütfun mu‘înHazırlayan: Kader Kayhan, Yıldız Teknik Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü.