Edebiyat Terimleri, Anlamları ve Örnekleri
Bilinç Akışı Tekniği
Modernizmle birlikte romanın anlatımında insan gerçekliğini aracısız vermek amacıyla yeni bir teknik olarak kullanılan bilinç akışı tekniğinin ilk örneklerini James Joyce, Ulysses adlı romanında vermiştir. Bilinç akışı, bireyin duygu ve düşüncelerinin seri ve düzensiz şekilde aktığı bir iç konuşmadır ya da roman kişisinin kafasının içini okura doğrudan doğruya seyrettiren bir tekniktir de diyebiliriz.
Kahramanın bilinç ve bilinçaltı dünyasını olduğu gibi okura sunmayı amaçlayan bir tür sesli düşünme olan bilinç akışı tekniğinde yazar, bazen dilbilgisi kurallarını alt üst eder, doğallığı bozduğunu düşündüğü için noktalama işaretlerini kullanmaz, kendini serbest çağrışımlara bırakır.
Bilinç akışı tekniği, genellikle iç çözümleme ve iç monolog tekniği ile karıştırılmaktadır. Anlatıcı-yazarın araya girerek kahramanın duygularını, düşüncelerini okura yansıtması iç çözümlemedir. İç monologda ise yazar aradan çekilir, roman kişisinin zihnini okura aktarmaktan ziyade bir film gibi seyrettirir. İç monolog ve bilinç akışı tekniği iç içeymiş gibi görünür; ancak iç monolog, gramere uygun ve mantık çerçevesinde kurulmuş cümlelerle yapılan bir nevi beyin konuşmasıdır. Bilinç akışında ise karakterin zihnindeki düşüncelerde mantıksal bir bağ yoktur; düşünceler çağrışım ilkesine göre ve gramer kuralları gözetilmeden gelişigüzel biçimde zihinden akarlar. İç monologda sadece düşünceler aktarılırken, bilinç akışında duyumlar ve imgelere de yer verilir.
Bilinç akışı tekniğini yapıtlarında kullanan öncü yazarları şöyle sıralayabiliriz: James Joyce, William Faulkner, Virginia Woolf, Dorothy Richardson, Will Christopher Baer, Jerzy Andrzejewski, J. D. Salinger, Hunter S. Thompson. Bu teknik Türk romanında zaman zaman bazı yazarlar tarafından kullanılmıştır. Peyami Safa (Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Yalnızız) ve Oğuz Atay (Tehlikeli Oyunlar, Tutunamayanlar), Yusuf Atılgan (Aylak Adam) sayılabilir.
“Masanın başında otururken kulak kabartırdı: Manş Denizi’ndeki silahları işitirdi; hep endişeliydi– şu bir beddua mıydı ya şu bir fısıltı mı? Saflık ve temiz yüreklilik onları önüne yerleştirdiği karanlık fon nedeniyle kendisi açısından büsbütün değer kazanıyorlardı. Söylence der ki aynı gece, Orlando mışıl mışıl uyurken, imzasını ve mührünü sonunda parşömene basıp, bir zamanlar başpiskoposun, daha sonra Kral’ın olan o muazzam manastır malikânesini resmen Orlando’nun babasına bahşetmiştir.” (Virginia Woolf, Orlando)
İç Monolog, İç Diyalog
İç monologda kişi karşısında biri varmış gibi konuşur, bu nedenle dil konuşma diline yakındır. Kişilerin iç dünyalarını, düşüncelerini aracısız olarak okura aktarma imkânı sağlayan iç monolog tekniğinde, bireyin iç hesaplaşmaları, içsel konuşmaları ve tepkileri, ağırlıklı olarak görülür. Bu tekniği ilk olarak, Fransız yazar Edouard Dujardin’in 1887 yılında yazdığı Les Lauries sont Coupés adlı kitabında kullandığı kabul edilir. İç monolog tekniğinin Türk romanındaki ilk örneğini ise Recaizade Mahmut Ekrem Araba Sevdası eseriyle verir. Bu teknikte okuyucu, kahramanın iç dünyası ile karşı karşıya kalır. Bu anlatımın olduğu bölümlerde, okuyucu yazarı/anlatıcıyı çoğu zaman fark etmez.
“Simit yiyerek yürüyor. Tek tük geçenler dönüp ona bakıyorlar. Kılığı düzgün bir adamın sokakta simit yemesi yasaktır. Bütün yasaklar gibi bunun da kaçamak yolu yok mu? Simidi kır, cebine sok. Tek elinle bir lokma koparıp kimseye sezdirmeden ağzına at. Ama, ben dişlerim sağlamken ısıracağım.” (Yusuf Atılgan, Aylak Adam)
İç diyalog ise roman kahramanının içinde bulunduğu duruma göre, kendi kendisiyle, sanki karşısında birisi varmış gibi konuşması, tartışmasıdır. İç diyalogu şekillendiren cümleler, gramer kurallarına uygun olarak vücut bulur. Cümlelere, genellikle konuşma havası hakimdir. Bu teknikle bireyin içindeki iki farklı duygu, tavır ve kimlik eğilimi temsil edilir. İç diyalog tekniğini bilinç akışı tekniğiyle karıştırmamak gerekir. İç diyalog tekniğinde konuşmalar dilbilgisi kurallarına uygundur. Herhangi bir bilinç akışı görülmez, dolayısıyla iç diyalog, bilinçaltında değil, bilinç düzeyinde gerçekleşir.
“Canları cehenneme hiç ilgilendirmiyor bütün bunlar beni, zorla değil ya? İçerdekilerin dışarıdakilere kurtarıcı havari bakışlarıyla bakmaları hele!… hele bu hiç mi hiç etkilemiyor beni. Ayıp değil mi, sen niye dışarıdasın daha –Ha Tezel?- Ayıp değil mi, sen niye içkini içip yan geliyorsun daha? Git bir general vursana!… ” (Adalet Ağaoğlu, Bir Düğün Gecesi)
İç Çözümleme
İç çözümleme yöntemi, anlatıcının araya girerek kahramanın duygu ve düşüncelerini okuyucuya aktarmasıdır. Özellikle iç monolog ve bilinç akımı yöntemlerinin keşfinden önce romancılar, anlatım ve tanıtım sorununu çözmek için, bu yöntemi sık sık uyguluyorlardı. 20. yüzyılda modern romancılıkla yeni anlatım tekniklerinin gelişmesiyle bu teknik ağırlığını kaybeder. Günümüz romancılığında iç çözümleme tekniği, bu iki tekniğe göre daha az kullanılır. İç çözümleme tekniğini kullanan yazar, mümkün olduğunca objektif olmalıdır. Bu teknik kahramanların tanıtımına yardım ettiği gibi, anlatımın gerçekliğe daha da yakın olmasını da sağlar.
İç çözümleme, anlatı türleri içerisinde kahramanların iç dünyası, duygu, düşünce ve hayallerinin ifade edildiği bir anlatım tekniğidir; ancak bilinç akışı tekniğiyle karıştırılabilmektedir. İç çözümlemede söz, anlatıcıya aittir ve kahramanın iç dünyası bize onun tarafından anlatılır. Bilinç akışında ise anlatıcı, okuyucu ile kahraman arasından çekilir ve kahraman iç dünyasını doğrudan doğruya kendi diliyle bize anlatır. İç çözümleme yöntemi, kendi içinde nüanslarla pek çok alt türe ayrılır:
1. Doğrııdan iç çözümleme: Okuyucunun roman kahramanına ilişkin durumu ya da bilgiyi onun söylemiyle okuduğu bu teknikte anlatıcı, salt aktarıcı bir konumda görünmekle birlikte daha etkindir. Zira kahramanın içiyle okuyucu arasında geçişliliği doğrudan o sağlamaktadır.
“Faiz Bey de Neriman’da hâlâ tatmin olunmamış bir iştiyak seziyor ve anlamıyor, kendi kendine düşünüyordu: “Ne istiyor? Baloya gitmekten başka bir arzusu mu var? Bu semtte oturmak arzu etmiyor mu? Şinasi’den başka birine mi temayülü var? Kim olsa gerek bu? Şinasi bilir mi acaba?.. Ne düşünüyor o? Bana niçin bir şey söylemiyor? İkisi da bana ehemmiyet vermiyorlar mı? Benim aleyhimde mi düşünüyorlar?” (Peyami Safa, Fatih-Harbiye)
2. Dolaylı iç çözümleme: Bu tür iç çözümlemelerde anlatıcı, figürün psikolojik yönüne, zihnine yine hakim bakış açısıyla, ama bu kez dıştan bir bakışla nüfuz eder. Okuyucunun, figürün duygu ve düşünce dünyasına ilişkin her türlü bilgiyi kendi sözlerinden izleyebildiği ilk türden farklı olarak, bu tür iç çözümlemede bilgi, ikinci elden, anlatıcı aracılığıyla dolaylı yoldan edinilir.
“Muhittin tramvaydan indi. Helaların önünden geçerken yavaş yavaş meydana dönmesi gerekiyordu. Yavaş yavaş meydana döneceğini ve keyifli adımlarla insanlara bakarak meydanı dönerken, şimdi yaptığı gibi, sigara içeceğini, ağzında sigaranın zehriyle birlikte keyif verici bir acı bulacağını, bütün gün inşaat mühendisliği yaptığı yazıhanede akşam Beyoğlu’na gideceğini, Beyoğlu’nda yürüyeceğini, ayaküstü bir içki içeceğini, sonra randevuevine gideceğini, sonra da sinemaya gideceğini düşünmüştü.” (Orhan Pamuk, Cevdet Bey ve Oğulları)
3. Aksiyonel iç çözümleme: Figürün iç dünyasına ilişkin durumların, figür olmayan anlatıcı tarafından, aksiyonla birlikle, onunla iç içe aktarıldığı bir iç çözümleme tarzıdır. Dolayısıyla, figürün yaptıklarıyla düşündükleri, duydukları, figür olmayan anlatıcı tarafından bir arada sunulur. Bu özelliği, aksiyonel iç çözümlemeyi, görülmeyen yaşantı ile görülen yaşantının çözümleme bağlamında bir araya getirilebildiği bir teknik kılar. Ayrıca, yukarıda verilen diğer iki çözümleme tekniğini de içine alabilen bir genişliğe sahiptir.
“Hürrem kendisini büsbütün yalnız hissediyor. Yalnız ve güçsüz, kuvvetsiz. Ve, sanki kalan son ta kat kırıntılarını bunun için harcıyormuş gibi doğruluyor, oturduğu hasır iskemleden kalkıyor, sonra da bu çökkünlüğe uygun bir sesle: – Sofrayı hazırlamalıyım. diyor.” (Tarık Buğra, Yalnızlar)
Leitmotiv
Leitmotiv, anlamlı bir şekilde sürekli tekrar eden, temel motif, nakarat anlamına gelen bir sözcüktür. Müzikten edebiyata geçen bir tür olan leitmotiv, tekrarlanan söz grupları, eser içerisinde bulunan kişilerin davranışları, kelime ve cümlelerin tekrarlanma biçimidir. Bu teknik sayesinde tekrarlanan kelime veya cümleler okurun zihninde kalıplaşacak bir yapı oluşur. Leitmotiv tekniğinde, telaffuz farklılığı, jest ve mimikler, yaratılış özellikleri malzeme olarak kullanılır. Verilen bu üç madde, eseri idrak etmek, kahramanları tanımak, tanımlamak ve karakteristik birtakım özelliklerini belirlemek için önemli noktalardır.
Leitmotiv tekniğinin sistemli bir şekilde kullanılması, esere canlılık ve büyük bir ivme kazandırır. Bu doğrultuda, tekrarlanan kelime veya kelime grupları, eseri akılda tutmayı, olayları unutmamayı sağlarken önemli noktaları da vurgulamayı hedefler. Bazen bir atıf, bazen bir söz, yada söz öbeği, bazen bir cümle, bazen de bir kelime leitmotiv tekniğinin sınırları içerisine girer.
“Gözleri incecik kolda. Şimdiye kadar, çocuğun bunca zayıf olduğunun farkına neden varmadığına şaşıp kalıyor. “Acımızdan öleceksek de ölelim.” Uzun, örgülü saçını ağzına alıp hırsla çiğnedi. Aşağıdan kocası bağırdı: “Gene uyanmadı mı?” Kadın, okşar, yalvarır bir sesle: “Ne istersin çocuktan?” dedi. “Daha parmak kadar. Kemikleri kırılacak, öyle ince işte…” Koca huysuzlandı: “Bugün mutlak uyanmalı. Uyanmalı diyorum sana! Çalışsın, alışmasın tembel. Çocuklukta pişmeli.” Kadın, mırıltı halinde, korka korka: “Kolu öyle ince ki…” dedi.” (Yaşar Kemal, Sarı Sıcak kitabından aynı adlı öykü)
Büyülü Gerçeklik
Öncelikle resim alanında görülen büyülü gerçekçilik, postmodern edebiyat kuramının da merkezini oluşturan önemli akımlardan biridir. Terim ilk olarak Alman sanat eleştirmeni ve tarihçisi Franz Roh tarafından, 1925 yılında dönemin Alman ressamlarının, konuları ve temaları hayal ürünü, fantastik ve rüyamsı niteliğe sahip çalışmalarını anlatmak amacıyla kullanılır. Terim, edebiyatta ise ilk olarak İtalyan yazar ve eleştirmen Massimo Bontempelli tarafından kullanılır.
Büyülü gerçekçilik, fantastik ve gerçeküstücü akımlar birbiriyle karıştırılabilir. Büyülü gerçekçilikte günlük hayat perili, masalımsı bir şekle sokulurken, gerçeküstücülük var olanı tamamıyla yadsıyacak şekilde ortaya çıkar. Gerçeküstücüler, eserlerinde fantastik veya olağanüstü unsurları kullanmışlar, ancak bunu gerçekten tamamen uzaklaşarak gerçekleştirmişlerdir. Fantastik edebiyatta hem de büyülü gerçekçilikte doğa ve doğaüstü bir arada kullanılır. Ancak büyülü gerçekçilikte, doğal olanın yanı başında kullanılan doğaüstü unsur okuyucuyu şaşırtmaz. Büyülü gerçekçilikte kullanılan doğaüstü unsurun doğal olanla bütünleşip kaynaşması şarttır. Fantastik edebiyatta ise, doğal olana aykırı, bambaşka bir dünya yaratıldığından, doğaüstü durum insanda şaşkınlık duygusu yaratır.
Büyülü gerçekçilik akımının en önemli özellikleri, fantastik ya da tuhaf unsurlarla, gerçekçi unsurların karıştırılması ya da yan yana kullanılması, kıvrımlı hatta labirentimsi anlatım tekniklerine ve temalara, ustalıklı zaman değişimlerine, rüyalara, yerel mitlere, cinlerle, perilerle dolu masalımsı hikâyelemeye yer verilmesi, dışavurumcu ve gerçeküstücü tanımlamaların ve esrarengiz bir bilgelikle korkunç, izah edilemez, şaşırtıcı ve hatta ani şok yaratacak unsurların kullanımıdır.
Büyülü gerçekçilik, köken itibariyle, Latin Amerika’da doğmuş ve en önemli örnekleri Latin Amerikalı yazarlar tarafından verilmiştir. Jorge Luis Borges, Gabriel García Márquez, Italo Calvino, Alejo Carpentier, Günter Grass, Mihail Bulgakov, Juan Rulfo, Jorge Amado bu türde yazan en önemli yazarlardandır. Türk edebiyatında ise Latife Tekin’i sayabiliriz.
“Uzunca bir duraksamadan sonra sadece içimdeki sese uyarak ilkin Rasputin’e sonra Goethe’ye uzandım. Bu ikili uzanış da hayatımı, hiç değilse trampetimden ayrı yaşamaya yeltendiğim hayatı belirleyip etkiledi sonradan. Goethe ile Rasputin arasında, üfürükçüyle o allâmei kül arasında, kadınları kendine bend eden o karanlık ruhlu kişiyle, kadınlarca bend edilmeye can atan o aydınlık ruhlu ozanlar kralı arasında bocalayıp durdum.” (Günter Grass, Teneke Trampet)
Prolog, Epilog, Epigraf
Prolog, bir eserde asıl konuya ait olaylardan önce geçen bazı olayları anlatan ilk bölüm, tiyatro oyununu hazırlamak için konan kısım, öndeyişdir. Kısa bir konuşma, şiir, anlatı şeklinde olabilir. Bu, yazarların hikayeye daha fazla detay vermek için kullandıkları bir tekniktir.
Epilog bir eserdeki düşünce ve duyguları özetleyen sonuç, sondeyiştir. Ağırlıklı olarak kullanıldığı tiyatro oyunlarında ve film senaryolarında oyun bittikten sonra, oyunculardan birinin izleyiciye dönüp söylediği, oyunu bağlayan son sözlerdir.
“Siz kendiniz düşünün bütün bunları, Ne türlü yardım etmeli ki iyilere bu dünyada Doğru dürüst yaşayabilsin ömrü boyunca. Sayın seyirciler, hadi, bir son bulun bu oyuna. Güzel bir son olmalı, olmalı, olmalı, olmalı.” (Bertolt Brecht, Sezuan’ın İyi İnsanı adlı oyununda yer alan epilog)
Epigraf ise bir eserin her bölümünün başına ya da eserin başında yer alan öne sürülen düşünceleri özetleyen cümle, mısra, atasözü, vecize vs. türlerinde konulan metindir. Bu metin parçalarıyla ana metin arasında tematik bir ilişki sağlanır. Epigraf, bir metni başka bir metinle ilişkilendirerek bir benzeşiklik ilişkisi kurar. Bir sayfa başında yalnız başına yer alarak kitabı temsil eder, kitabı ve anlamı indirgeyip özetler ya da metin hakkında okuru yönlendirecek birtakım ipuçları verir.
Orhan Pamuk, romanlarında en çok epigraf kullanan yazarlardandır. Orhan Pamuk’un Beyaz Kale romanı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Marcel Proust’tan çevirisini yaptığı bu epigrafla başlar.
“Alakamızı uyandıran bir kimseyi, bize meçhul ve meçhullüğü derecesinde cazibeli bir hayatın unsurlarına karışmış sanmak ve hayata ancak onun sevgisiyle girebileceğimizi düşünmek bir aşk başlangıcından başka neyi ifade eder.”
Yığın Roman, Irmak Roman, Novella
Yığın roman (popüler roman) geniş okuyucu kitlelerine hitap eden, okuyucuda merak, heyecan ve acıma gibi duyguları uyandırmayı hedefleyen, tamamen hızlı tüketime yönelik, basit vakalar üzerine kurulu, olayların ve kişilerin kesin hatlarla ortaya konulduğu, olmadık tesadüflerle örülü romanlara denir. Sadece vakit geçirmek amacıyla okunan, edebi ve sanatsal değerlerden yoksun romanlardır. Örnek vermeye gerek duymuyoruz, günümüzde bolca bulunmaktadır.
Irmak roman (nehir roman), Bir kimsenin, bir ailenin ya da topluluğun, belirli ve geniş bir zaman dilimi içindeki yaşam ve yaşayış dönemlerini anlatan, birkaç cildi olabilen romandır. Birbirini bütünleyen roman dizisine denir.
- Attila İlhan’ın, Aynanın İçindekiler Serisi: Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet’te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Allah’ın Süngüleri Reis Paşa, Gazi Paşa.
- Yaşar Kemal’in, Dağın Öte Yüzü Serisi: Ölmez Otu, Ortadirek, Yer Demir Gök Bakır
- Kemal Tahir’in, Esir Şehir Üçlemesi: Esir Şehrin İnsanları, Esir Şehrin Mahpusu, Yol Ayrımı
- İç içe geçmiş anlatılara dayanan üstkurmaca: Daha çok uzun masallarda, halk anlatılarında karşılaştığımız bu anlatı biçimi iç içe geçmiş çeşitli ilişkilerle birbirine bağlanmış hikâyelerin art arda anlatılmasıyla oluşturulur.
- Var olan bir eseri yeniden yazmaya dayalı üstkurmaca: Yazar, başka bir yazara ait eseri yeni bir bakış açısıyla, farklı ve özgün bir kurgulamayla yeniden yazar. Bu tarz da üstkurmacanın bir parçasıdır.
- Yazarın anlatının bir parçası olmasına dayalı üstkurmaca: Geriye dönüş ve iç monolog tekniğine dayalı üstkurmaca Postmodern yazarların sıklıkla başvurduğu geriye dönüş tekniği, yazarın anlatısına gerçeklik kazandırmasının yanında, anlatılan olayın geçmiş, şimdi ve gelecek arasındaki anlamsal ilişkiyi de şekillendirir.