Dünyaca Ünlü Ressamların Resim Analizleri
Dünyaca ünlü ressamlar Frederick William Elwell, Diego Rivera, Julius Leblanc Stewart, Ramon Casas, Sophie Gengembre Anderson, Emile Friant’ın önemli tablolarını sizler için analiz ettik.
Frederick William Elwell, The Wedding Dress, 1911
Merkezde genç bir kadın yerde diz çökmüş, başı ellerinin arasında açık bir sandığa yaslanmış, yanında yere saçılmış gelinliği duruyor. Kadının eğik vücudu, yüzü görünmese de onun sıkıntısını ve kederini izleyici anlayabiliyor. Gelinliğe yapılan vurgu, kadının hüznünün ardındaki hikayeyi açıkça ortaya koyuyor. Muhtemel ki evleneceği ya da yeni evlendiği kişi için yas tutuyor. İngiliz ressam Frederick William Elwell son derece başarılı bir natürmort ressamıydı ve gelinlik ve ayakkabının ön plana yerleştirilmesi bir natürmort kompozisyonu gibi. Kumaşın geniş kıvrımları, ince ışık ve gölge nüansları da dahil olmak üzere kumaşın dokusunu ve ışık oyununu ustaca yakalamak için bolca alan sağlar. Sandığın kenarında duvağı olabileceğini düşündüğümüz bir kumaş ve üzerinde bir çiçek demeti görülüyor. Çiçeğin ne olduğunu anlamak zor, ancak o döneme ait yazılı eserlerde çiçekler genellikle saflık, umut, ölüm gibi sembolik bir çok farklı anlam taşır. Elwell, resimlerde ışığı kullanmasıyla ünlüdür, genellikle bir natürmort kompozisyonundaki parlak noktalara büyük önem verir veya bir odayı ışıkla doldurmak için bir pencere kullanır. Bu resimde Elwell, ışık oyununu ustaca yakalamaktan bir aşama daha ileri gidiyor. Işık, karanlıkla çarpıcı bir tezat oluşturur sanki yaşam ve ölümün simgesi gibi. Kadının simsiyah elbisesi de, gelinliğin adeta parıldayan beyazı ile tezat oluşturur. Sahne iki yarıya bölündüğünde bu kontrast daha da belirginleşir. Sağ taraftaki geniş yatak, beyaz çarşaflar ve perdeler; düşen ışık burasının bir pencerenin görüş alanı dışında olduğunu düşündürür. Buna karşılık, resmin sol tarafı o kadar karanlık ki tüm ayrıntılardan yoksun; neredeyse zifiri karanlık ve duvardaki resimler gibi sadece birkaç ana hat görülebiliyor. Bu durum, gerçeklik duygusunu ve duygusallığın eşiğine gelen ifadenin gücünü arttırır.Diego Rivera, Portrait of Natasha Gelman, 1943
Meksika’da başladığı sanat hayatını Avrupa’da aldığı eğitimle geliştiren Diego Rivera, bir sanatçı olmasının yanında dönemin politik çalkantılarının temsilcisidir de. Meksika resim geleneği, Avrupa resim formasyonu ve Rus resim anlayışını harmanlayarak yaptığı büyük boyutlu duvar resimleri hem üstün birer sanat eseri, hem döneminin tarihi ve siyasal gelişmelerini yansıtan birer temsil gösterisidir. Kamu binalarına vatansever, toplumsal ve siyasal mesajlarla yüklü çok sayıda duvar resmi boyayarak Meksika devrimi sonrasında dayanışma ruhunu güçlendirmeyi amaçlayan Meksika Duvar Resmi hareketinin öncülerindendir. St. Petersburg’da doğan Jacques Gelman, 1941’de Doğu Avrupa’dan Meksika’ya taşınır; o yılların en iyi oyuncu Cantinflas olarak bilinen Mario Moreno ile birçok film çeker, bu sayede çok zengin olur. Çünkü Cantinflas, ülkesinde çok sevildiği gibi Meksika dışında da tanınır. Çek göçmeni olan eşi Natasha Zahalka Gelman ile sanat koleksiyoncusu olurlar. Jacques Gelman 1986’da, eşi 1998’de ölür. Gelman’ların evleri Picasso, Henri Matisse, Georges Braque, Pierre Bonnard’ın modern Avrupa sanatıyla doluydu; tabii Frida ve Diego ile de. Ölümlerinden sonra, Gelmans’ın 300 milyon dolardan fazla olan bu Avrupa koleksiyonu, New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi’ne bağışlanır. Jacques Gelman, Rivera’ya zarif karısının büyük bir portresini sipariş eder. Göz alıcı Bayan Gelman, beyaz elbisesiyle, büyük calla lilyum buketlerinden oluşan bir arka plana karşı bir divana uzanmış. Şehvetli, heykelsi bir çiçek olan Kala Zambağı, Rivera’nın hemen tüm resimlerinde kullandığı bir motiftir. Yapay formları ve anıtsal işlenişiyle bu figür, Diego Rivera’nın resimlerinin Meksikalı havası ve görsel modernliğinin tartışılmaz damgası olur. Muhtemeldir ki ülkesini resimlerinde yaşatmak için Meksika’ya özgü Kala Zambağını çokça resmetmiştir. Adeta onun imzası gibidir. Kala çiçekleri arasında resmedilen ve saçı, makyajı ve takılarıyla dönemin Hollywood yıldızlarıyla yarışır bir zerafete, güzelliğe sahip Natasha Gelman, beyaz elbisesi içinde, bir kala çiçeği olarak betimlenmiştir adeta.Julius Leblanc Stewart, Twilight on the Terrace, Paris, 1877
ABD’li Julius Stewart’ın ailesi, 10 yaşındayken Philadelphia’dan Paris’e taşınır. Oryantalist ressam Jean-Leon Gerome’den eğitim alır. “Belle Epoque” dönemi ressamı olan Stewart’ın eserleri Paris’teki burjuva yaşamını yansıtan şahane tasvirlerdir. Belle Epoque: 1871’den I. Dünya Savaşı’na kadar olan dönem için kullanılır. Orta sınıfın durumunun iyileştiği, eğlenmeye ve aktif bir sosyal hayat yaşayabilecek zamanı ve geliri bulabildikleri bir dönemdir. Julius Stewart’ın kaydedilen en eski eserlerinden biridir. Bu resmi, Stewart’ın model olarak Parisli seçkinleri konu aldığı, çok figürlü kompozisyonlara girişine de işaret eder. Jean Béraud ve özellikle de James Tissot gibi sanatçıları anımsatan bunun gibi büyük ölçekli tabloları, ününü sağlamlaştırır. İncelenmiş bir gerçekçilikle, gün batımında bir terastan Paris manzarasının keyfini çıkarmak için bir araya gelen dönemin üst tabakaya mensup 4 genç kadının yer aldığı tablonun arka planında, Notre Dame ve Pantheon’un siluetleri görülüyor. Kadınlardan biri muhtemelen bir misafiri beklediği için korkuluğa yaslanırken; diğer üçü belki de Stuart’ın babasının bir toprak sahibi olduğu Küba ziyaretinin egzotik bir hatırası olarak dahil edilen iki renkli papağana büyülenmiş gibi bakıyor. Ressamın babası 19. yüzyılın en önemli çağdaş sanat koleksiyonlarını biriktiren zengin bir iş adamıydı. Stewart’ın modellerinin dönemin modasını yansıtan giysilerinin zarif ipek, saten dokusu, narin dantel süslemeleri ve farbalaları işlemedeki teknik ustalığını sergilemesine izin veriyor. Yerdeki doğu halısı, Kuzey Afrika’ya veya Orta Doğu’ya yaptığı gezilerinden olabileceği gibi oryantalizme olan ilgisini de akla getiriyor. Zira oryantalist ressam Jean Léon Gérôme’den eğitim alır. İpek yelpaze, şemsiye ve siyah kanepe, onun güçlü Japon hayranlığını somutlaştırıyor. Bu nesneler sadece Stewart’ın Parisli yüksek sosyetenin zarif ve moda dünyasını yansıtmakla kalmıyor, aynı zamanda Belle-Époque görüntülerinde son derece popüler hale gelen eklektizm ve egzotik iki eğilimi de ortaya koyuyor.Ramon Casas, Madeleine At the Moulin de la Galette, 1892
Barselona, Madrid ve Paris’in entelektüel, ekonomik ve politik elitlerinin portreleri, resimleri, karikatürleriyle tanınan Katalan ressam Ramon Casas, bir grafik tasarımcıydı, afişleri ve posta kartları Katalan modernizminin doğuşuna önemli katkıda bulunur. 1897’de Paris’e giden Casas, Montmartre semtinde yaşar ve o yıllarda bohem yaşamı sıkça tasvir eder eserlerinde. Resimdeki mekan, Moulin De La Galette, Renoir ve Toulouse-Lautrec gibi birçok ressam tarafından ölümsüzleştirilen 19. yüzyıl Paris’inde bir açık hava kahvesi. Model ise, Manet ve Henri de Toulouse-Lautrec için poz veren Madeleine Boisguillaime. Sahne, masada yalnız oturan içki ve sigara içen kadına odaklanıyor. Bu arada o yıllarda bir kadının böyle bir yerde içki, puro içmesi hoş karşılanmazdı. Modelin, soluk yüzü, göz altlarındaki koyu halkalar göze çarpıyor. Casas’ın resimlerindeki kadınlarının nereye baktıkları bilmek mümkün olamasa da, onların yüzlerindeki hüznü görebiliriz. Ressamın, Paris’te yapılan tüm resimlerinin en ikonik ve popüleri diyeceğimiz eserinde, kadının yorgun yüzünün duygularının karışımını, öfke, ihanet, kıskançlık olarak ifade edebiliriz. Arkasındaki aynaya yansıyan, bir partinin yapıldığı büyük lambalarla süslenmiş salonda, sol uçta dans eden bir çift görülür. Madeleine’nin bakışlarının yönü rahatsızlığın nedenini anlaşılır hale getirir, zira bir kıskançlık söz konusu, muhtemelen eski sevgili. Zaten Casas resmine kıskanç ismini verse de, sonradan değiştirir. Sanatçı, aynadaki yansımada izlenimci tekniğini kullanmış, bulanık neredeyse eskize benziyor. Resim aslında tam bitmemiş; modelin eteği zar zor tamamlanmış, dikkatli bakılırsa fark edilebilir. Zira Casas solunumu ile ilgili hastalığı nüksettiği için hemen Barcelona’ya gitmek zorunda kalır. İyileştiğinde de ya resmi bu haliyle beğenir ya da resmi teslim etmesi gerektiği için bu şekliyle bırakır. Resimde tasvir ettiği atmosfer için, Edouard Manet’in A Bar At The Folies-Bergère adlı eserinden esinlendiği söylenir.Sophie Gengembre Anderson, No Walk Today, 1856
Fransa doğumlu İngiliz ressam Sophie Gengembre Anderson 10 yaşında, Avrupa’da patlak veren siyasi kargaşa nedeniyle ailesiyle Paris’i terkedip ABD’ye yerleşir. Orada başarılı bir portre eğitimi görür; sonra ressam olan eşi Walter Anderson ile İngiltere’ye yerleşirler. Ressamın başyapıtı olan bu eser, Viktorya dönemi çocuk resimlerinin en kalıcı ve en sevilenlerindendir. Küçük kız, yeşil kadife ceketi, kabarık elbisesi, kurdelası, devekuşu tüyü bulunan şapkasıyla yürüyüşü için hazırlanmış, ancak penceredeki damlalardan yağmurun başladığı anlaşılıyor. Dışarı çıkamayacağı için üzgün, çaresizce dışarı bakıyor. Çocuğun yüzü ve kıyafetlerinde ışıldayan güneş ışığı havanın güzel olabileceğini düşündürse de, dışarı çıkmaması emrinin verildiği anlaşılıyor; yüzünün mahzun ifadesinden hayal kırıklığı okunabiliyor. Pencere çerçevesi ve onu bölen ince parçalar kompozisyona bir kafes hissi, çocuğa da dışarının yasak olduğunu kuvvetlendirmek için yapılmış sanki. Dantel yaka, şapka, perde ve yaprak ressamın detaylardaki özenini gösteriyor. Bahçedeki yasemin ve papatyanın bir türü olan çiçek, mevsimin bahar olduğunu düşündürüyor; yağan yağmur nisan yağmuru belki de. Kumaşların renkleri ve dokuları ve pencerenin etrafında büyüyen bitki çeşitleri ile gerçekçilik kalitesi belirgin. Resim, Pre-Rafaelizm akımının ortaya çıktığı dönemde yapılmış. Pre-Rafaelizmde, gözleme dayalı, dolaysız ve sade bir anlatım sözkonusu,ayrıntıya önem verilir. Figürlerin güzelliğinden çok özelliklerine odaklanıp, seçilen konuyu en gerçekçi şekilde tasvir ederler. Parlak renkler ve keskin hatlar kullandıkları nesneleri resmederken, formları değiştirilirse izleyici üzerindeki manevi etkisini yitireceğine inanırlar. Resimde kendini gösteren gözlemin hassasiyeti ve samimi sempatisi, ressamın derinden bağlı olduğu bir kişiyi temsil ettiğini ima ediyor gibi. Zira bu resimdeki sevimli küçük kızın ve diğer resimlerinde de gördüğümüz çocuğun sanatçının kendi kızı olduğu tahmin ediliyor.Emile Friant, The Lovers (Autumn Evening), 1888
Fransız ressam Émile Friant bu resminde bize aşırılık ve gösterişten uzak, duygusal natüralizm ekolünü yansıtan bir sahne sunuyor. Zamansız, telaşsız, sakin bir yürüyüş sırasında bir köprü üzerinde durup dereyi, manzarayı seyreden, birbiriyle uyum içinde bir görünüm sergileyen, mutluluğun sukuneti ve mutlak dinginliğinde iki aşık… Duygu doğal bir manzara içinde sağlanmış, sakin ve güven verici. Yaslanan dirseklerin yumuşak hatlarıyla, genç çiftin adeta birbirinin aynasıymış gibi resmedilmesi desteklenmiş. Sanatçının aşıkları arka plandan resmetme tercihi, aşkları dışında her şeyi dışarıda bıraktığını vurgulamak için sanki. Çok durağan görünen resim tüm ifade gücünü ve dinamizmini, aşıkların gözlerindeki tatlı ve yoğun diyalogla oluşturur. 19. yüzyılın ikinci yarısının Fransız doğa bilimci ressamı Friant’ın tablosundaki mesajı günümüz insanı için statik görünebilir; gençlerin birbirlerine ilgilerini coşkulu bir şekilde göstermediği düşünülebilir. Ancak Friant resminde yaşadığı dönemin, 19. yüzyıl aşıklarının yapaylıktan uzak sadeliğini vurguluyor. Kaynak Fred Elwell’s ‘The Wedding Dress’ Part 1, Diego Rivera’nın 26 Tablosu ve Hayatı, The Parisian Melancholy of Ramon Casas, Painted in 1877, Twilight on the Terrace is one of Julius Stewart’s earliest recorded works, Sophie Gengembre Anderson: Elaine of Astolat