Dünya Edebiyatı’nda İz Bırakan Tutkulu Aşk Mektupları 2

Vladimir Vladimiroviç Mayakovski (1893 – 1930) & Liliya Yurevna Brik (1891 – 1978)

Louis Aragon’un biricik aşkı Elsa Triolet, Liliya’nın kız kardeşidir. Mayakovski’yi Temmuz 1915’te, bir akşam, Brikler’in evine Elsa getirir. Liliya da, kocası da Mayakovski’yi tanırlar ama şiirini pek sevmezler. Lili kardeşine “Sakın şiir okumasını isteme ondan” der. Ama Elsa dayanamaz, ister. Ayağa kalkıp kapının pervazına yaslanan uzun boylu delikanlı, görkemli bir aktör edasıyla, (kendi deyimiyle böğürerek), o güne kadar hiç duyulmamış imgelerle örülü şiirini okumaya başlayınca, Liliya ve Mayakovski için aşk kaçınılmaz olmuştur. Pablo Neruda’nın “Rus avangardın esin kaynağı” dediği Liliya Brik, Mayakovski’nin ölümünden sonra kendisine yazdığı mektupları derleyerek bir kitap haline getirmiş; mektuplara yazdığı önsözde şöyle der: “1915’ten ölümüne dek, tam on beş yıl ortak oldum Vladimir Mayakovski’nin yaşamına. Ossip Brik ilk kocamdı. Kendisini on üç yaşında, ilk devrim sırasında, yani 1905’te tanımıştım. Lisemdeki siyasal iktisat dersini yönetmekteydi. 1912’de evlendik. Mayakovski’yle seviştiğimizi söylediğim zaman, üçümüz oturup birbirimizden ayrılmamaya karar verdik. Mayakovski’yle (Ossip) Brik daha o zaman ortaklaşa bir edebiyat çalışmasıyla, ortaklaşa fikirlerin yarattığı bağla çok yakın dosttular. Böylece hem iç hem dış dünyamızda bir arada yaşadık.” Nazım Hikmet’in de etkilendiği şairler arasında yer alan Rus fütürist şair Mayakovski, Liliya’ya mektuplarında “Sevgili Lili, Liliçka, Lilik, Lilinka, Linoçeka, Lillonok, Lillonoçek, Lilek, Liliatik” diye hitap etti. Ve her seferinde “Senin köpeğin” anlamında “Çen, Çenik, Çeniatik, Çenionok” diye imzaladı. “Kedicik” diye sevdiği Lili’ye aşkla bağlandıktan hemen sonra yazdığı ve ona adadığı uzun şiir Omurganın Flütü, Seviyorum ve daha birçok şiir bu aşkın ölümsüz tanıklarıdır. Omurganın Flütü Gelin gitmiş olsan da denizaşırı, saklanmış olsan da gecenin inlerine, Londra’nın sislerinde seni bulacaktır öpücüklerim yine sokak lambalarının ateşten dudaklarıyla. Aslanların nöbet tuttuğu yakıp kavuran çöle yaysan da kervanlarını, senin için rüzgarın yırttığı kumun altına sereceğim yanağımın yanan Sahra’sını Dudaklarına bir gülüş yerleştirsen, baksan da- ne yakışıklı boğa güreşçisi! Bir anda kıskançlık salacağım kulübelere, boğa gözlerimde bir ölüm sisi (Çeviren: Sait Maden) Mayakovski 14 Nisan 1930’da, 37 yaşında Moskova’da bir apartman dairesinde intihar ettiğinde, ki ölürken bile hala Liliya’ya aşıktır, yanıbaşında ona yazdığı son mektup bulunmuştur, karı koca Brik’ler Londra’dadır. Bazı kaynaklar, Mayakovski’nin Liliya’ya olan saplantılı tutkusu ve karşılıksız aşkı nedeniyle düş kırıklığı içerisinde intihar ettiğini iddia etmektedirler. Liliya Brik bu iddiayı reddeder ve Mayakovski’yi daha önce iki kez intihardan kurtardığını söyler. Mayakovski’nin bu nedenle intihar etmediğini savunur, ne gariptir ki Liliya da yıllar sonra 87 yaşında intihar eder. “Sevdiğim, Sevgili Lilionok, Bundan böyle sana geceleyin mektup yazmayı ya da seninle ilgili şeyler yapmayı kesin olarak yasakladım kendime. O saatlerde hep azıcık çılgın oluyorum çünkü. Senden aldığım iki satırlık mektuptan sonra, bende bir gevşeme belirdi, şimdi artık oturup sakin sakin yazabilirim sana ve yazmak da istiyorum. Buluşmalarımız sırasında, kafam benim değil sanki, kendi kendimden tiksiniyorum.. Ayrıca, bunun bana zarar verdiğini de biliyorum.. Bu durumda hiçbir işe yaramadığımı, kimseye yararım dokunmadığını anlıyorsun sanırım. Korkma yavrum bir daha öyle olmayacağım. Eğer öyleysem, senin o minik gözlerine görünmemeye çalışacağım. Bir şey daha var: Senden zorla sevgi dolu sözcükler koparmaya çalışırsam, sakın korkma benim minik güneşim. Onları özellikle ben dertlenmeyeyim diye yazdığını biliyorum. Onlara dayanarak hayal kurmuyor, senin yönünden herhangi bir bağlanma uydurmuyor, onlar aracılığıyla bir sonuca varmayı ummuyorum. Üzme kendini, rahatına bak. Günün birinde beni yine bütün sözleşmelerin dışında, bütün o garipliklerimden arınmış olarak beğenirsin belki. Başın üstüne yemin ederim ki, bütün kıskançlıklarıma rağmen, onlarla birlikte, şen ve esen olduğunu öğrendiğim zaman büyük bir mutluluk duyuyorum. Bu mektuplardan ötürü fazla azarlama beni… Seni ve küçük kuşları öperim… Senin ÇEN’in… (Mayakovski)” (Moskova, Ocak ortası, 1923)

Paul Celan (1920 – 1970) & Ingeborg Bachmann (1926 – 1973)

Malina’nın yazarı Ingeborg Bachmann 1948’de felsefe doktorası yaptığı sırada Viyana’da bir edebiyat kongresinde Paul Celan’la tanışır. Biri Viyana’da, diğeri Paris’te uzaktan sözcüklerle ender de olsa yaşadıkları birkaç günlük birlikteliklerin dışında aşkları mektuplarla devam eder. Garip bir tesadüf, Bachmann’ın ailesi Avusturya Nazi Partisi ile yakın ilişki içindeyken Celan’ın Nazi zulmünde, annesini, sonra babasını ölüm kamplarında kaybeden biriydi. Paul Celan, savaş sonrası Alman dilinde yazan yegane Yahudi şair olarak edebiyat çevresinde hep bir mesafeyle uğraşır hale gelir. Bunun onda yarattığı düş kırıklığı Ingeborg’la olan ilişkisini de olumsuz etkiler çoğu zaman, ayrılırlar. Zaten aşklarının hayli gelgitli olduğu söylenebilir. Corona şiirini Ingeborg için yazmıştır: Güz kendi yaprağını yiyor elimden: biz iki dostuz. Zamanı ceviz kabuklarından ayıklayıp yürümeyi öğretiyoruz ona: Zamansa dönüyor kabuğuna. Aynada pazar, Düşte uyunan uyku, Ağızsa gerçeği söylemede. Gözüm bir sevgilinin cinselliğine teşne: Öyle bakışıyoruz, Karanlık sözler ediyoruz birbirimize, Haşhaş ve bellek gibi seviyoruz birbirimizi, Uyuyoruz şarap gibi midye kabuğunda, Bir deniz gibi ayın kanlı ışığında. Penceredeyiz sarmaş dolaş,kendimizi seyrediyoruz sokaktan: Vakit erişti, herkesler bilsin bunu! Artık çiçek açma zamanıdır taşın, Yüreğinse tedirginlik zamanı. Zamanıdır, zamanı gelmenin. Artık zamanıdır. (Çeviren: Sevil Eryaşar) Celan, beklenmedik bir şekilde Paris’te ünlü bir aktrist ile evlenir ve iki çocuğu olur. Ingeborg ise, İsviçreli bir yazarla evlenir. Ancak Paul’u tekrar birlikte olmaya çağırır. Paul, eşi ve çocuklarını bırakmayı göze alamaz, ama onunla uzak mesafede olmasına rağmen ara ara görüşmeye devam eder. Paul Celan’ı, bu garip aşk ve haksız bir şekilde edebiyat dünyasında intihal ile suçlanması çıldırtır. Üstelik sevgilisini ona bu konuda destek vermemekle de suçlar. Ölümüne kadar kurtulamadığı sinir krizleri nedeniyle zaman zaman psikiyatri kliniklerinde tedavi görür. Bu arada Ingeborg eşinden ayrılır. Celan’ın eşi aralarındaki ilişkiye hoşgörüyle yaklaşır, ama 1967’de Paul Celan’ı terk eder, 3 yıl sonra Paul Celan Seine Nehri’nin sularına bırakır kendini. Ingeborg ise, üç yıl sonra yalnız yaşadığı Roma’daki dairesinde uyuşturucu hapları eşliğinde içtiği sigara nedeniyle çıkan yangında kaybeder hayatını. İlknur Özdemir’in çevirisiyle yayınlanan Kalp Zamanı’nda her biri şiir niteliğindeki mektuplar, çağımızın bu iki büyük şairi arasında büyük, uzun, derin ve tutkulu aşkı anlatır. “Biliyor musun, aslında en kötü olduğumuz saatlerde, birbirimize düşman olduğumuz anlarda bile, her şeye rağmen birlikte çok mutluyduk. Neden artık zaman zaman senin aleyhine çalışan çılgın, şaşkın ve çelişkilerle dolu kalbimle tekrar sana gelmek istediğimi hissedemiyorsun? Seni seviyorum ve seni sevmek istemiyorum, her şey çok fazla ve ağır; ama her şeyden önce seviyorum işte seni..” (Viyana Haziran 1951, Ingeborg) “Sevgili Ingeborg, Biliyorsun: İnsan önemli kararlarını hep tek başına almalıdır. Paris’i mi yoksa Amerika’yı mı seçmen gerektiğini bana sorduğun o mektubunu aldığımda buraya gelseydin ne kadar sevineceğimi sana söylemek isterdim. Bunu neden yapmadığımı anlayabiliyor musun Ingeborg? Benim yaşadığım kentte yaşamanın senin için biraz (yani, birazdan daha fazla) anlamı olsaydı bana akıl sormazdın diye düşündüm, tam tersine. Ne kadar yakınımda ya da uzağımdasın Ingeborg? Bana söyle ki seni şimdi öperken gözlerini kapayıp kapamadığını bileyim.” (Paris, 20 Ağustos 1949, Paul Celan)

Pierre Abélard (1079 – 1142) & Heloïse (1101 – 1164)

Filozof ve şair Pierre Abélard ile öğrencisi Heloïse arasındaki dramatik aşk Fransa’da 11. yy’da geçiyor. Abélard felsefe dersi verir, 1116 yılında Heloïse ile bu nedenle tanışır. Abélard 37, Heloïse 15 yaşındadır. Ders yerini aşka bırakır. Annesi öldükten sonra Heloïse’i yanına alan ve onun eğitimini üstlenen dayısı Fulbert bu durumdan haberdar olunca ayrılırlar, ama Heloïse hamiledir, gizlice evlenirler ve bir oğulları olur. Heloïse evlenmeden hamile kaldığı için toplum tarafından dışlanır, bu nedenle Abélard onu bir manastıra götürür. Heloïse’nin dayısı onları asla rahat bırakmaz ve Abélard’ı hadım ettirir. Bu durum karşısında Abelard da kendini dine adar ve küçük bir manastır kurar ve adını Sığınak koyar. Burada yoksulluk içinde yaşar. Daha sonra Aziz Gildas manastırından gelen çağrıyı kabul eder ve buraya gider. Bu sırada Heloïse ve onunla birlikte birkaç rahibe de Argenteuil Manastırı’ndan kovulmuşlardı. Abélard onlara Sığınak’a yerleşmelerini önerir. İki sevgilinin mektuplaşmaları işte bu sırada olur. Abélard 1142 yılında 63 yaşında kendini bağışlatmak için Papa’ya giderken yolda ölür ve Sığınak Manastırı’na defnedilir. Heloïse ise sevgilisinden 22 yıl sonra Sığınak’ta yine 63 yaşında ölür. 1817’de Abélard ve Heloïse’nin mezarları Paris’teki Pére Lachaise Mezarlığı’nda bir anıt mezarda birleştirilir. Filozof ve şair Pierre Abélard ve öğrencisi, sevgilisi, eşi Heloïse arasında Latince yazılmış bu mektuplardan ve ikisinin hayat hikayelerinden İngiliz yazar Ronald Duncan, Abélard ve Heloïse: Mektuplar adıyla Türkçe’ye de çevrilen oyunu yazar. Ayrılık, sevdanın türbesidir derler. Derler ki, uzun ayrılıklarda ölür gidermiş sevdanın sıcaklığı. Madem öyle, neden azalmadı aşkımız, bir nebze bile ? (Abelard) Elin… Elin değmiş bu mektuba. Teşekkür ederim; bana yazmamışsın ama.. Elbette tanıdım yazını; değişmemiş hiç. Değişen bir şey olmadı zaten, acı bile aynı acı. Bana gönderilmemiş ama, mektubu ben okudum Utanmadım, kimseye de ihanet etmedim. Suskun geçen bunca yıldan sonra, hesap verecek değildim. Şimdi de vermeyeceğim. Elin değmiş bu mektuba! Aşık olduğum elin. O aşka susamışım. Hakkım var o elin yazdığı mektubu açmaya (Heloïse)        
Kaynak
Umut Özkırımlı – Milliyetçilik ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri Kitabı Giriş Bölümü, Mine Kırıkkanat – Milliyet Pazar, Salomé Yaşamı ve Yapıtları – Angela Livingstone