Doktor Dex – Ölümcül Sır
Bane gözlerini ovalasa da bilgisayar ekranına tekrar baktığında bunun bir faydasının olmadığını gördü. Saat neredeyse sabahın üçüydü. Gözleri kan çanağı ve bedeni çok yorgundu. Yaşı genç olmasına rağmen bu kadar yoğun çalışmaya bünyesi dayanamıyordu. Kahve fincanını eline alıp mutfağa yönelse de artık bedeninin uykuya ihtiyacı olduğu gerçeğinden kaçamayacak kadar bitkindi. Yatağına zorda olsa kendini atabilmişti. Gece boyunca durmadan çözmesi gereken onlarca olayı canlandırıp durmuştu.
Daha beş yıl önce New York’ta başarılı ve yüksek gelirli bir gazeteci olarak çalışmaktaydı. Yer altı dünyasının aşağılık adamlarının dosyalarını araştırıp sonuca ulaşmak için kendinden sürekli ödün verirdi. O günler kendisine bahşedilmiş en muazzam günlerdi. Tehditlere boyun eğmeden yoluna bakan oldukça cesur bir gazeteciydi. Başarı sarhoşluğuna kapılmış karısını aldatmış ve sonunda tehditler eden mafyalar tarafından sıkı kıskaca alınmıştı. Sonunda karısını da kaybedince bane’nin kafasına bir şeyler dank etmişti. Tüm birikimlerini alıp başka bir yere taşınma cesaretiyle son beş yıldır lağım çukurundaki bir çok dosya üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırmıştı. Adeta kendini bütün sır perdelerini aydınlatabilecek düzeyde aydınlatma çabasına kapılmıştı.
Bir müddet uyuduktan sonra gözlerindeki kızarıklıklarla tekrardan uyandı. Pek kahvaltı yapma alışkanlığı olmadığından kısa bir süre içinde binadan çıktı ve şehir kütüphanesine doğru yöneldi. Şehir sabahın verdiği sakinlikle kendine hala gelemeyen Bane gibi mayışıktı. Dikiz aynasından yansıyan parlak ışıklar onu kendine getirmişti. Kütüphane yaklaşık bin metre ilerideydi ve yolun dört bir yanında ağaçlar boy göstermekteydi. Aracını kenara çekip beklerken, henüz ayılamayan gözlerini ovalamaya devam etti. Çok yorgun olduğu için arabayla yalpaladığından endişeliydi.
Yorgunluğunu umursamadan kütüphane arşivine kendini kaptıran Bane neler bulacağından habersiz tüm kaynakları incelemeye koyulmuştu. Uzun bir müddet kaynaklar arasında dolaşan Bane sonunda aradığı bazı dosyalara ulaşmış ve hemen gizlice fotoğraflarını almıştı bile. Kimseye fark ettirmeden oldukça dikkatli çalışması gerektiğini geçmişte başına gelenlerden oldukça iyi anlamıştı. Üniformalı çakma FBI ajanlarından tutunda mossad ajanlarına kadar birçok istihbarat tarafından takibe alınmış ve adeta bütün gizli dosyaların korkulu rüyası olmuştu. Uzun bir müddet hepsinden kurtulmuş olsa da tekrar içine düşmesi an meselesiydi. Yüreğinin hiçbir zaman olağan üstü heyecanla attığına kimse rastlamamıştı. Bane oldukça soğukkanlı ve kick boksçuyu andıran atletik duruşuyla tüm karanlık dosyaların üzerinde olmayı başarmıştı. Elinde duran bütün belgeleri bir kenara not ettikten hemen sonra oradan uzaklaşması gerektiğini biri fısıldamışçasına uzaklaşma gereği duydu. Aldığı kaynaklarla kütüphaneyi hızla terk eden Bane gözü dönmüşçesine dosyaları cebinde götürme cesaretini bile göstermişti.
Bane oldukça zeki bir yapıya sahip olduğundan çevresindekiler tarafından çağın araştırmacı ilahı olarak bile görülmekteydi. Kahvesinden bir yudum daha aldıktan sonra mutluluk dolu gözlerle araştırmasının daha derinine inecek bilgiler için bilgisayar ekranına kilitlendi. Kütüphaneden getirdiği belgeleri tek, tek teyit etme derdindeydi. Bilgisayarda ki bir çok dostundan gele e-postalar ve internet aleminde bulunan binlerce dosyayı gözden geçirirken birden haykırmaya başladı.
“Evet. İşte bu kadar. Senin bütün pisliklerini gün yüzüne çıkaracağım.”
“Biliyordum. Bunların hepsini biliyordum.”
Bane’nin araştırdığı Kuzey Carolina’da doğan Narcostan başkası değildi. Narcos dünyanın en tanınan uyuşturucu satıcılarından biri olmasına rağmen hiçbir dosyada hüküm yememişti. Bu kadar kötü şöhrete rağmen Hakkında ne FBI ne de Mossad hiçbir delil bulamamıştı. Nasıl olurda bu kadar derin bir adam hiçbir açık vermezdi. Bane bütün bunları kafasında geçirirken bir çok ip ucuna rastlamıştı. Narcos’un babası diye tanımlanan Leon dünyanın gelmiş geçmiş en büyük baronuydu. 1970'lerinde başında altın çağını yaşayan Leon hiç kimsenin karşısında durma cesaretini gösterme lüksü olmayacak büyüklükteydi. Bane’nin araştırmalarında rastladığı bir çok kaynakta Leon’un Mahra suç örgütüyle Güneydoğu Asya’dan uyuşturucu getirip bütün dünyaya dağıtacak kadar güçlü olduğunu görmüştü. O kadar büyük bir güç ki bazı kaynaklarda Vietnam savaşında ölen askerlerin tabutlarında uyuşturucu getirdiği bile görülmekteydi. Bu iddialar bir çok ajan tarafından kabul edilmese bile kesin bir dille yalanlanmamıştı. Bane burada çok büyük bir koku almakta ve bundan oldukça fazla işkillenmekteydi. Bunları sağlam bir şekilde teyit ettirebileceği tek bir isim tanıyordu. Şüphesiz Ajan Cohen’den başkası değildi bu. Ajan Cohen dünyanın gelmiş geçmiş en muhteşem ajanıydı. Anne ve babası olmadığı için kurmaca bir ajan aile tarafından yetiştirilen Cohen Amerika için yıllarca FBI da görev yapmış sadık ajanlardan biriydi.
Çok fazla beklemeden aracıyla yola çıkan Bane Ajan Cohen’e ulaşmak için sabırsızlanıyordu. İyice bunaldığını hissedince aracı kenara çekip cebinden sigarasını çıkardı ve yakıp dışarının dinginliğine bıraktı kendini. Arabaya yaklaşan adamları gördü. Üniformalı olmayan bu adamlar gecenin kısıtlı ışığında görüldükleri kadarıyla bir metre doksan santim boylarında, İyi traşlı ve oldukça atletik yapılıydılar. 911’i aramaya fırsat bulamadan yaklaştılar. Bane’den hızlı davranan biri elindeki kimliği göstererek;
“CIA, Bay Bane. Ben özel ajan Ross. Ortağım ajan Bazna.”
Kimlik kartına dikkat kesilen Bane adamın cüzdanı silkeleyip cebine götürmesiyle irkilse de tanıdık bir rozeti görebilmişti.
“Anlam veremiyorum tüm bunların nedeni ne? Ajan Ross.”
“Telefon trafiğiniz, e-postlarınız ve internet aramalarınızdan efendim.”
“Nasıl yani? Beni mi izliyorsunuz siz? Ne hakla?”
“Bizimle gelmeniz gerekiyor.”
“Nasıl yani? Ne demek oluyor tüm bunlar?”
“CIA’ye”
“Central Intelligence Agency’e mi? Ama neden?”
Ross gergin tavırla “Bütün bu aramalarınızdan dolayı sorgulanmaya” diye karşılık verdi.
“Ne sorgulaması?”
“Bize verilen emir sizi alıp götürmemiz. Bundan başka bir bilgimiz yok dilerseniz avukatınızı yada departman direktörümüzü arayıp görüşebilirsiniz.”
“Bu saatte olması şart mı? Sabahı bekleyemez miydiniz? Anlam veremiyorum bu kadar büyük ne yapmış olabilirim? Ben Amerikan gazetecisiyim”
Ross gergin tavırla “Biliyoruz efendim bütün bilgileriniz elimizde var unuttunuz mu biz CIA dan geliyoruz.”
Bazna “Bize tek emredilen mutlaka sizi alıp götürmemiz.”
Bane iç çekerek zorlada olsa konuşmaya başladı “Peki. Fakat sizi arabamla takip edeceğim. Dilerseniz biriniz yanıma gelebilir.”
“Peki. Ortağım Bazna size eşlik edecek.”
“Tamam.” Bane elini cebinden çıkarıp ürkek tavırla arabanın kilitlerini açtı. Ross öndeki araca hızla ilerlerken Bazna Bane’nin hemen yanına oturdu. Bane öndeki aracı takip etmeye başladı ve Central Intelligence Agency’e yolculuk başladı.
“gecenin bu saatini ve sokağın bu tenhasında almak zorunda mıydınız? Evime gelmenizi dilerdim.”
“Evde olmadığınızı ve gecenin bir çok zamanında ellerinizde tonlarla dosya ile sokaklarda olduğunuzu bildiğimiz gibi evde şuan da olmadığınızı da biliyorduk efendim.”
“ Doğru ya siz CIA diniz. Tipik ajan davranışları yani takip ve izleme. Anlıyorum.”
Bazna gözünü yoldan ayırmadan. “Bu saatlerde evde uyuyor olmanız gerekirken neden dışarıda olduğunuzu sorabilir miyim?”
“Peki, siz eve ne zaman gidebiliyorsunuz Ajan Bazna?”
“Bazen yıllarca bile gidemediğimiz oluyor efendim.”
“İşte benimde demek istediğim buydu. Ben sabah dokuz akşam beş çalışanlarından değilim bazen aylarca güneşi ve dışarıyı görmeden dosyalarla boğuşup yazımı yazarken bazen de haftalarca dışarıdan evime uğrayamaz hallerde oluyorum. Dedim ya ben işim araştırmak.”
Bazna anladığını belirten kafa sallamasından başka bir şey söylemedi.
“Ajan Ross Arama ve e-postalardan bahsetti bunlar bana gelenler mi? Yoksa benim aramalarım mı?”
“Belki, ya da ikisi de olmayabilir.”
Bane daha fazla endişelenip kendini tutamadan “Nasıl” diye haykırdı.
“Bazen departmanımıza o kadar iğrenç söylentiler ulaşır ki bunları tahmin bile edemezsiniz. Az önce kendi ağzınızla araştırmacı olduğunuzu söylediniz. Daha önce canını yaktığınız aşağılıklarda birinin siz karşı bir oyunu olabilir. Hatta sizin onların bütün pisliklerini gün yüzüne çıkarmanızdan dolayı sizden intikam alma planları da olabilir.”
“Ama son beş yıldır hiçbir dosyam ve ya yazım olmadı ki.”
“Bakın efendim bu tür insanlar kendilerine yapılanı kolay unutmaz ve hatta asla unutmaz.”
“Yani bu bir kumpas olabilir?”
“Bir ihtimal.”
Bane tabiatına aykırı olsa da bir an oldukça fazla korkmuştu. “O halde dışarıda beni zayıf anımı bekleyen ve bulduğu an beni ortadan kaldırabilecek katillerin olduğu gerçeği doğar. O halde koruma istiyorum.”
“Bu ihtimal değerlendirildi ve bulunduğunuz bölge eviniz dahil ajanlar tarafından kıskaca alındı bile.”
Belirli yol kat edildikten sonra öndeki araç ani bir hareketle başka bir yola doğru saptı. Bane “ neden yolumuzu değiştirdik?”
“Bu yol departmanımıza giden özel bir tünelden geçen oldukça gizli bir yoldur. Bu kadar tedbir sizin için alındığına dikkat edin. Kimin kimi izlediği belli olmaz bu zamanda.”
Bir müddet derin karanlık tünelde ilerleyen araba seslerini ani ve keskin koca bir fren sesi kesti. Bane daha neler olduğunu anlamadan ani bir elektro şok ile kendinden geçip arabanın direksiyonuna yığılıp kaldı. Eğer biraz daha dayanabilseydi yanında oturan ajanın siyah deri bir eldivenle elinde susturuculu bir tabanca ile durduğunu görebilecekti.
Ajan Ross öndeki araçtan hızlı adımlarla ini Bane’yi araçtan çıkarıp karşıda duran kocaman çöp konteynerinin yanına indirdi. Bane’nin yüzü konteynere doğru bakıyordu. Arkadan gelen bağrışmalar üzerine Ajan Bazna Bane’yi sırtına alıp önden koşmaya başladı. Bu sırada cebinde çalan telefona cevap veren Ajan Ross bir andan çatışmanın karşılığını verirken bir yandan telefondaki sese bir şeyler anlatmaktaydı.
Ajan Ross kenarda duran cesetleri kaldırıp çöplerin içine iyice gömdükten sonra Bane’nin aracına binerek yolda Ajan Bazna ile Bane’yi de alarak kuzeye yöneldi. Bir müddet kuzey yönünde ilerledi.
Ross telefonunda ki hızlı arama tuşlarına bastı. Telefon tek çalışta cevaplandı. Ross, “işlem tamam,” dedi. Ardından telefonu kapattı ve cebine koydu.
Telefonun ucundaki de aynısını yaptı.
Ağır evrak çantaları ve kanayan ayağına baskı yapan Bazna, metal basamakları geçerek bekleyen uçağa sonunda yetişti.
“ Hey Bazna, her şey yolunda mı?”
Bazna “bundan daha iyisi olamazdı efendim. Sadece bir sıyrık” dedi.
Üç dakika sonra kendilerini bekleyen uçakla üslerine dönmek üzere gecenin karanlığının derin sessizliğiyle buluştular.