Cahit Külebi

Cahit KÜLEBİ (d. Tokat, Zile, Çeltek Köyü, 10 Ocak 1917 – ö. Ankara, 20 Haziran 1997) Şair, yazar.

Cahit Külebi

Mahmut Cahit, Nazmi Cahit, Cahit Külebi imzalarını da kullanan ve tam adı “Mahmut Cahit Erencan” olan Cahit Külebi, Niksar Gazi Ahmet Danişment İlkokulu’nu (1929) ve Sivas Lisesi’ni bitirdi (1936). İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu öğrencisi olarak İstanbul Üniversitesi-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu (1940). Edebiyat çevrelerinde Cahit Külebi olarak tanınmış olduğu için sonradan soyadını Külebi olarak değiştirdi.
Antalya ve Ankara’da edebiyat öğretmenliği, milli eğitim müfettişliği (1956-1960) yaptı. Kültür ataşesi ve öğrenci müfettişi olarak İsviçre’de bulundu (1960-1964), yurda dönünce iki yıl kadar Kültür Bakanlığı müsteşar yardımcılığı yaptı (1970-1971) ve yeniden Milli Eğitim Bakanlığı’nda başmüfettiş olarak çalıştı (1971-1973). 1972 sonunda görevinden ayrıldı, Türk Dil Kurumu genel yazmanı (ekim 1976-haziran 1983) oldu. TDK’nın yapı değiştirmesi sonrası kurumdan ayrıldı. 1983’te SODEP ve Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin kuruluşunda yer aldı. Son yılları, yakınlarının ölümlerine duyduğu acılarla, üzüntülerle geçti. 20 Haziran 1997 tarihinde Ankara’da yaşama gözlerini yumdu.

Cahit Külebi’nin Edebi Kişiliği

İlk şiirlerini lise sıralarıdayken Sivas Erkek Lisesi’nin Toplantı adlı dergisinde, daha sonra Yücel dergisinde “Sivas Erkek Lisesi-Ahmet” imzasıyla yayımladı (1935). İstanbul’a gelişinden sonra Mahmut Cahit ve Nazmi Cahit imzasıyla Gençlik dergisinde şiirleri çıktı (haziran ve temmuz 1938). Varlık ve Sokak dergilerinde Cahit Erencan imzasını kullanan Külebi, daha sonra İnsan, Yaratış, Türk Dili, Kültür Dünyası, Söz ve Hisar dergilerinde yazdı. Türk Dili dergisinin yöneticileri arasında yer aldı. 1940-1950 yıllarını kapsayan Yeni Şiir akımında kendine özel bir yer edindi.
“Aydın bir saz şairi içtenliği, bir Karacaoğlan rahatlığı ve temiz bir dille zaman zaman kötümser, güvensiz, kendi türküsünü söyledi. Yarım kafiyeler, iç sesler, duygu ve düşüncelerine eklediği zarif benzetmeler ve söyleyişindeki titizlikle en sevilen şairler arasına girdi. Yurt köşelerinin manzara ve insan gerçeklerini, modem bir biçim ve yeni bir romantizmle yaşatış, anılarla güçlü içten bir duyarlık; başlıca özellikleridir” (Behçet Necatigil). “
Atatürk Kurtuluş Savaşında” adlı şiiri Nevit Kodallı tarafından Atatürk Oratoryosu olarak bestelendi. Külebi, şiir serüvenini şöyle açıklar:
“Ben hep yaşamdan yola çıktım. Bunun içindir ki hadi övünelim, Anadolu’nun türküsünü ilk kez başkalarından ayrı bir biçimde söyledim. Gerçekleri anlattım. Gücüm yettiğince de içine şiir katabildiğim için, bu tutumumu beğenmeyen art düşüncelilere, küçümseyicilere rastlamadım. Bugün 20 yaşında yazdığım şiirler bile güncelliğini tüketmiyorlarsa, elbette başka niteliklerinin yanı sıra, bu sürekli gerçeğin kalıcılığından güç alıyorlar.”
Cahit Külebi, şiirinin özelliklerini de şöyle sıralar:
“Benim şiirim halkçıdır. Toplumculuk da halkçılığın içinde yer alır. Halkçılık, toplumculuktan daha geniş ve kapsamlıdır. Elbette benim şiirimde, herhangi bir belirtisi yoktur. Herhangi bir belirtiye dayanarak da şiir yazmıyorum. Toplumcu ülkelerde de artık öğreti açısından şiir yazma modası gittikçe azalmaktadır. Ama, toplumculuktan çok halkçılığı benimsemiş bir insan olduğum için, toplumculuğuma gölge düşürmenin yanılgı olduğunu belirtmek isterim. Ben halkçı bir şairim.”
Ayrıca bkz. ⇒ Anadolu’nun Gören Gözü, İşiten Kulağı, Söyleyen Dili: Cahit Külebi (PDF)

Cahit Külebi’nin Eserleri:

ŞİİR:
  • Adamın Biri (1946)
  • Rüzgâr (1949)
  • Atatürk Kurtuluş Savaşında (1952)
  • Yeşeren Otlar (1955)
  • Süt (1965)
  • Şiirler (1969)
  • Türk Mavisi (1973)
  • Sıkıntı ve Umut (1977)
  • Yangın (1980)
  • Bütün Şiirleri (1982)
  • Güz Türküleri (1991)
  • Bütün Şiirleri (1997)
ANI:
  • İçi Sevda Dolu Yolculuk 1986
DÜZ YAZI:
  • Şiir Her Zaman 1985
ÖDÜLLERİ:
  • 1955 Türk Dil Kurumu Edebiyat Ödülü Yeşeren Otlar ile
  • 1981 Yeditepe Şiir Armağanı Yangın ile

Cahit Külebi’nin Şiirlerinden Örnekler

ATATÜRK KURTULUŞ SAVAŞINDA
I Edirne’den Ardahan’a kadar Bir toprak uzanır, Boz kanatlı üveyikler üstünden uçar Ardahan’dan Edirne’ye Edirne’den Ardahan’a kadar. Kop dağı’nda akar bir çeşme var Serçe parmak kalınlığında suyu Haram etmiş gece gündüz uykuyu Akar da akar. Samsun’un evleri denize bakar Sokakları yosun içinde. Çaparlar, takalar, mavnalar Bilyalar gibi suyun yüzünde Bir iner bir kalkar. İstanbul’dan bir yar sevdim Adamı günaha sokar. Savaştepe köprüsünden geçen trenler Sel olur İzmir’e akar, İzmir’in denizi kız, kızı deniz Sokakları hem kız, hem deniz kokar. Güneyde mis kokulu bir ağaç Yuvarlak yaprakları ince, Yaz gelip de güneş vurunca Dallarından bal akar. Bu toprak bizim yurdumuzdur; Deli gönül yücesine çıkar. Bir üveyik olur ,uçar gider Ardahan’dan Edirne’ye Edirne’den Ardahan’a kadar. Bir gün kara bulutlar göklerimizde konaklamıştı
II Yaylılar gelip geçiyordu güneyden, Örtük kara perdeler sallanıyordu, Utanıyordu Anadolu’dan gelip geçen, Milletin yüreği kan ağlıyordu. Askerler gelip geçiyordu güneyden, Yaralı, hasta, yorgun askerler. Akşam olmuştu, yurda toplanıyordu Sağ kalan yiğitler birer birer. Analar haber soruyordu güneyden Tarlalar kadar, ırmaklar kadar durgun analar, Örtük kara perdeler sallanıyordu Utanıyordu Anadolu’dan gelip geçen Ama kalanlar anayurtta toplanıyordu. III Gökyüzünde kara kara bulutlar Başımıza nerden geldiniz! Bizler konukseveriz ama Düşmanları sevmeyiz. Gökyüzünde kara kara bulutlar! Harmanlar çürüdü yüzünden! Sizinle görecek işimiz yok Gidin üstümüzden! Mavi değil artık denizlerimiz! Tarlalar sürülmez oldu! Sütü kesildi davarların! Öksüz kaldı bebelerimiz! Gökyüzünde kara kara bulutlar Hayın mı hayın! Bir gün gelir hesabını sorarız Buralarda durmayın. Ne bulutlar gitti, ne göklerden bir haber geldi. Bu seferde padişahlara seslendi. IV Biz yoksul bir milletiz Gözlerimizde solgun ışıklar yanar. Nasılsa yenilmişiz bir kere Ama uzun sürmez o kadar! Bir yüce umutları umut etmişiz kendimize Gerdeğe girmedik kızlar, tüy gibi çocuklar, Yiğitler, ihtiyarlar, Bu toprak için yaşıyoruz! Yol verin bize! Bu toprak bizim yurdumuzdur! Deli gönül yücesine çıkar! Bir üveyik olur uçar gider. Ardahan’dan Edirne’ye Edirne’den Ardahan’a kadar. Ne bulutlar gitti, ne padişahlardan bir haber geldi. Kemal Paşa derler bir yiğit vardı. Bu sefer de millet türkülerle Kemal Paşaya haber saldı. V Kemal Paşa, yenilmez yiğit, şanlı komutan! Savaş girer gibi yetiş bize! Yetiş bize, çöllerde bile olsan! İnanç doldur, güç doldur içimize! Bin kere yurdumuzu kurtaran! Bir görseydin ağlardın hâlimize! Kuşun kanadında türküler Kemal Paşanın gönlüne vardı, Cevabından önce kendi geldi. VI Bir gemi yanaştı Samsuna sabaha karşı Selâm durdu kayığı, çaparı, takası, Selâm durdu tayfası Bir duman tüterdi bu geminin bacasından bir duman Duman değildi bu! Memleketin uçup giden kaygılarıydı. Samsun limanına bu gemiden atılan Demir değil! Sarılan anayurda Kemal Paşanın kollarıydı. Selâm vererek Anadolu çocuklarına Çıkarken yüce komutan Karadeniz’in hâlini görmeliydi. Kalkıp ayağa ardı sıra baktı dalgalar Kalktı takalar, İzin verseydi Kemal Paşa Ardından gürleyip giderlerdi. Erzurum’a kadar. Bu ne inançtı ki, Kemal Paşa Atının teri kurumadan Sürüp geldin yeni yeni savaşların peşinde VII Bir selâm gibi gitti Erzurum’a, Bin selâm gibi geldi Sivas’a Erzurum’dan. Dağlar alçaldı yol vermeğe, Temizlendi ılkımından karından. Analar bacılar yola döküldü, Cephane taşıdı arkasından. Irmaklar suyundan faydalattı, Ağaçlar daldasından. Yer gök inledi bir yol daha Kurtuluş savaşından. VIII Biz biliriz bizim işlerimizi İşimiz kimseden sorulmamıştır. Kılıçla, mızrakla, topla, tüfekle Başımız bir kere eğilmemiştir. Kuzumuz var, yaylalarda meleşir, Çeşmemiz var, gece gündüz söyleşir. Yazımız var, pehlivanlar güreşir, Bu toprağa kimse girememiştir. Davranı da deli gönül davranı! Kemal Paşa dinlemiyor fermanı! Anası, bacası, kızı kızanı Bizim gibi millet görülmemiştir. İnönü’de iki kılıç gibiydik düşmanla biz. IX İnönü’de iki kılıç karşı karşıya Aşk olsun birinciye su veren kılıççıya! İnönü’de iki kılıç karşı karşıya Aşk olsun birincinin yapıldığı çarşıya! Birinci kılıca su veren usta Hakkı, yiğitliği, sevgiyi Bu kılıcın kabzasına işlemiş tek nakışta. Birinci kılıçla dövüşen yiğit vur ki! Anandan emdiğin süt helal ola! Birinci kılıçla dövüşen yiğit vur ki! Gelinler, çocuklar ağlamaya! Birinci kılıçla dövüşen yiğit vur ki! Önü al önlüklü yüzü peçeli Hanım kızlar nişansız kalmaya! Vur ki anam babam, vur ki kardaşım! Hayın düşman yurdumuza almaya! X Bizim süvarimiz amma da ata biner! Ayağı yere değer, başı göğe değer. Bizim piyademiz yola yeğin gider Bastığında toprağı ezer! Bizim topçumuz narası hay babam hay! Gülleden beter. Sağdıçlarım! Sizin gibi yiğitleri oldukça Bu millet yaşar. Düşman koymuş meydanları kaçıyordu. XI Kattı Kemal Paşanın ordusu düşmanı uğruna Pişman eti anasından doğduğuna. Çevirdi Sakarya, çevirdi süvariler, Veryansın etti topçu, Veryansın etti piyadeler. Kattı Kemal Paşanın ordusu sürdü gitti, Yetiştikçe vurdu düşmana. Hayın düşman sarhoş gibi sallana sallana On beş günde İzmiri dar buldu, Ölen kurtuldu, sağ kalan teslim oldu. Kaçtı gemiler. Alnı sargılı, kolu sargılı, boynu sargılı, Ahmetler, Bekirler, Aliler, Mahmutlar, Kâzımlar, İsmailler Peşlerinden yettiler, Diz çöküp Kordon boyuna Ta yürekten çekip tetiği Gemilere yaylım ateş ettiler. Bu ne inançtı ki, Gazi Paşa! Atının teri kurumadan Sürüp gittin yeni yeni savaşların peşinde. XII Sana borçluyuz ta derinden! Çünkü yurdumuzu sen kurtardın, Hasta, yorgun düşmüştük, Yaralarımızı iyice sardın. Yiğittin, inanç doluydun yapıcıydın, Sanatkârdın, denizler kadar engin; Kimsenin görmediğini görürdü Sevgiyle bakan gözlerin. Dedin ki: Bu millet, bu büyük millet Yüzyıllar boyunca geri kalmış; Bu yurt, bu güzel yurt, bizim yurdumuz Her yanından yaralar almış. Dedin ki: Bir güzel savaşmalı Kurmak için yeniden; Bilgiyle, inançla, coşkunlukla “Öğün, çalış, güven!” Sana borçluyuz ta derinden! Işığısın bu yurdun. Dilimizi, ulusallığımızı öğrettin bize, Çünkü cumhuriyetimizi sen kurdun. Hürriyeti sen yaydın içimize, Halkçıyız dedin halk içinden, İnançta hür yetiştirdin bizi, Borçluyuz sana ta derinden! Devrimlerle yüceltti, çok yüceltti, Bu milleti temiz ellerin. Sana borçluyuz ta derinden En büyüğü Mustafa Kemallerin! XIII Davullar zurnalar dövende Biz seni hatırlarız. Binip trene gezende Biz seni hatırlarız. Önce adını öğrenir çocuklarımız Eli kalem tutup yazanda. Binler yaşa, yurdumuza hizmeti büyük! Kemal Paşa! Ölümsüz insan! Şanlı Atatürk! HİKÂYE Senin dudakların pembe Ellerin beyaz, Al tut ellerimi bebek Tut biraz! Benim doğduğum köylerde Ceviz ağaçları yoktu, Ben bu yüzden serinliğe hasretim Okşa biraz! Benim doğduğum köylerde Buğday tarlaları yoktu, Dağıt saçlarını bebek Savur biraz! Benim doğduğum köyleri Akşamları eşkıyalar basardı. Ben bu yüzden yalnızlığı hiç sevmem Konuş biraz! Benim doğduğum köylerde Kuzey rüzgârları eserdi, Ve bu yüzden dudaklarım çatlaktır Öp biraz! Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin! Benim doğduğum köyler de güzeldi, Sen de anlat doğduğun yerleri, Anlat biraz! İSTANBUL Kamyonlar kavun taşır ve ben Boyuna onu düşünürdüm, Kamyonlar kavun taşır ve ben Boyuna onu düşünürdüm, Niksar’da evimizdeyken Küçük bir serçe kadar hürdüm. Sonra âlem değişiverdi Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak. Sonra âlem değişiverdi Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak. Mevsimler ne çabuk geçiverdi Unutmak, unutmak, unutmak. Anladım bu şehir başkadır Herkes beni aldattı gitti, Anladım bu şehir başkadır Herkes beni aldattı gitti, Yine kamyonlar kavun taşır Fakat içimde şarkı bitti. BİLİNMEYEN O ki bardağa dökülen şaraptır (Bal yoğunluğundadır, sıcaktır, ışıktır). O ki sabah erken bir bahçedir (Çayır kokusudur, serinliktir, muttur). O ki esen yeldir kar erirken (Çiğdemdir, ağaç çiçeğidir, okşayıştır). O ki içilen sudur kana kana (Özlemdir, doymayıştır, kardeştir). O ki bir yüce ırmaktır akar (Ürküntüdür, baş dönmesidir, gidiştir). O ki maviliği belirsiz denizdir (Buğulanmadır, düştür, sevmekte ölümdür). O ki bir ince kızdır ak tenli (Yaşamdır, umuttur, gözyaşıdır). SEVDA BAHÇESİ Bir gül mahzun durur bahçede Yaprakları yorgun. Sen pembe güllerin en pembesi! Hasta solgun. Bir gül taze durur bahçede Yaprakları diri. Sen beyaz güllerin en beyazı Sabahlar kadar iri. Bir gül baygın durur bahçede Yaprakları serin. Sen sarı güllerin en sarısı Yağmur gibisin. Pembe gül hülyandır açılmış, Beyaz gül yanakların, Sarı gül dağınık saçlarındır, Ve mahzun kalbim ateş gibi Yanan dudaklarındır. ÖZLEM Şimdi tarlalarda güneş vardır, Karlar donmuştur otların uçlarında, Artık akşamları dinlenemem Başım avuçlarında. İçi korku dolu kış gecesi Hiç yatağın yok mu sıcak! Dağları dolduran kır çiçeği Hangi rüzgârlar seni koklayacak! Saçlarımı kesip rüzgâra atacağım! Ta ki haber götürsün bir gün sana! İçimde bir şeytan var, diyor ki: Aklına ne gelirse yapsana. Ben bu şiiri yazdım atlı talimde Bulunduğum şehir Istanbul’du, Ağır ağır kar yağıyordu, Atımın yelesi bulut renginde. SİVAS YOLLARINDA Sıvas yollarında geceleri Katar katar kağnılar gider Tekerleri meşeden. Ağız dil vermeyen köylüler Odun mu, tuz mu, hasta mı götürürler? Ağır ağır kağnılar gider Sıvas yollarında geceleri. Ne, yıldızlar kaynaşır gökyüzünde, Ne, sevdayla dolar taşar gönüller, Bir rüzgâr eser ki bıçak gibi El ayak şişer. Sıvas yollarında geceleri Ağır ağır kağnılar gider. Kamyonlar gelir geçer, kamyonlar gider Toz duman içinde, Şavkı vurur yollara, Arabalar dağılır şoförler söver, Sıvas yollarında geceleri Katar katar kağnılar gider. YEŞEREN OTLAR Bir melek su taşıdı, Biri serinlik taşıdı uzaktan Biri yeşillik getirdi. Yıldırım gibi, ama sessiz Çimenler sökün etti kara topraktan. Sonra sen geldin dünya güzelim! Yürüdün salına salına, Bastığın yerde güller açtı, Sarıldı ayaklarına. Aşk da yeşeren otlara benzer Günü saati bilinmez. Bakarım bir gün hepsi solmuş Dünya güzelim gider gitmez. UÇAK YOLCULUĞU Bir uçağım olmalı benim, Binip üstüne, binip üstüne, Şu dünyayı gezmeliyim, Gidip Akdeniz kıyılarına. Merhaba demeliyim, Sıcak sıcak denizlerde, Çimen gemici çocuklara. Bir uçağım olmalı benim. Binip üstüne, binip üstüne, Daha uzaklara gitmeliyim, Ta Fransa’ya, Berlin’e Selam demeliyim dört iklimden. Özgürlük için dövüşmeye gelenler Ölümlü günler bitti mi? Ölen tüfekler sustu mu? Kazanlarda sıcak aşlar pişti mi? Bir uçağım olmalı benim, Binip üstüne, binip üstüne, Diyar diyar gitmeliyim… ZERDALİ AĞACI I Havalar güzel gidiyor Sen de çiçek açtın erkenden Küçük zerdali ağacım, Aklın ermeden. Bak kurt gibi kalın yapılı Görmüş geçirmiş ağaçlara Küçük zerdali ağacım, Pişman olursun sonra. Şimdi okşar da hafif hafif Bir gün yerden yere çalar rüzgâr Küçük zerdali ağacım, Bakma güzel gitsin havalar. Sallansın dalların çocuklar gibi Bakma güneş ısıtsın varsın Küçük zerdali ağacım, Sonra donarsın. Zemheride bahar mı olur Akşamları seyret anlarsın Sakın erkenden çiçek açma Küçük zerdali ağacım. SABRET Sen petekte bir gömeç bal gibisin! Renksin yazdan kıştan, tazeliksin bahardan. Yapraklarda dolaşan serin bir rüzgarsın ki Her gün eser durursun hafızamdan. Ellerin var beyaz güller gibi küçücük, Mutlak kalbin tomurcuklardan pembe! Sanki yeşil yaylalardır gözlerin Alnımda ter ve kuvvetsin işimde. Ben kanadı kırık bir kuş değilim Döner birgün gurbet ellerde kalan Sabret neşem, sabret şarkım, sabret sevdiğim, Sabret kalbi tomurcuklardan pembe olan. RÜZGÂR Şimdi bir rüzgâr geçti buradan Koştum ama yetişemedim. Nerelerde gezmiş tozmuş Öğrenemedim. Besbelli denizden çıkıp Kıyılar boyunca gitmiştir. Tuz kokusu, katran kokusu, ter kokusu Yüreğini allak bullak etmiştir. Sonra başlamış tırmanmaya dağlara doğru Bulutları koyun gibi gütmüştür, Okşayıp otları yaylalarda Büyütmüştür. Köylere de uğradıysa eğer Islak, karanlık odalarda beşik sallamıştır Güneş altında çalışanlara İmdat eylemiştir. Sonra başlayıp alçalmaya ovalara doğru, Haşhaş tarlalarında eflatun, pembe, beyaz, Kıraçlarda mavi dikenler… Toz toprak gözlerine gitmiştir. Kentlere de uğramış ki yanımdan geçti, Haşhaş çiçeğine benzer kızlar görmüştür. Bir gülüş, bir tel saç, allık pudra Alıp gitmiştir. Şimdi bir rüzgâr geçti buradan Koştum ama yetişemedim. Soraydım söylerdi herhalde Soramadım. Cahit KÜLEBİ