BU YARA SENİN SIZLATTIĞINDIR

Aynada kendini inceleyen gözlerine baktı adam, sırıtıp duran çehresine göz gezdirdi, derin bir soluk çekti ciğerlerine, aldığı bu soluk o dakika ciğerlerine gönderilmiş bir hediye gibiydi. Bir an da aklına unuttuğu bir şey gelmişçesine koşar adım odasına ilerledi, itinayla ütülediği kıyafetlerine göz gezdirdi sanki kıyafetler canlı bir varlıkmış gibi.

“Evet, hazır mısınız siz de?” dedi, aradan çok geçmeden içinden, “Sen de iyice aptallaştın be!” diye geçirdi, söylediği sözün saçmalığını kavramıştı. Aldırış etmedi, o gün hiçbir şey moralini bozamaz, hiç kimse kalbini incitemezdi. Boynunu kırmaktan korkarcasına bir çiçeği dalında sevip koklar gibi aldı kıyafetleri ve sıkışıp duran mide boşluğuna “Sakin ol!” sinyalleri göndererek özenle giyindi. Odanın sonunda duran boy aynasına afili bir selam çaktı, gömleğinin yakasını düzeltti. Koridora yöneldi, ahenkle çaldığı ıslığını ve ritmik hareketlerini bozmadan. Elinde tuttuğu tarağı saçlarına götürdü, işte o anda tarağın saçlarını okşamasını sevdi adam yârin eli misali, aynadaki gülen çehresini sevdi, güldükçe kısılan gözlerinin kenarlarında oluşan kaz ayaklarını sevdi, hâlbuki normal bir zaman diliminde o çizgiler hiç sevimli gelmezdi. Son kez baktı aynaya, komodinin üzerinde duran ve bir gün evvelinde aldığı yeni romanına sarıldı sıkıca.  Tam o esnada  “Sahi dedi içinden sahi dün gerçek miydi?” ve hızla elini cebine atıp telefonuna gelen iletiyi okudu, gerçek olmasının verdiği o heyecan ve rahatlama ile kapının kulpuna bile ‘Allaha ısmarladık!’ diyerek evden ayrıldı. DÜN NE OLMUŞTU PEKİ?

Aylar, aylar öncesiydi bir ‘hoşça kal!’a sığdırılmış lanet bir veda sahnesi canlandı gözlerinde. “Artık sen de herkes gibisin.” cümlesine sığınmıştı, iç dünyasının felaketinden kurtulmak amaçlı. Kendi kuramadığı o süslü cümlelerin yokluğundandı bir şiir dizesine sığınışı. Ayrılığı kabullenen ve her türlü kerizliği sevda adına yapacak adam rolünü kesmişti hayat. Hiç itiraz etmedi. E, malum hayat kariyerinde önemli adımlar attığı zamanlardı ne haddine rol seçmek! Çekildi köşesine bir hafta kadar, ezberledi rolünü ve o gün bugündür hiçbir sahne hatası yapmadan oynadı ve herkeste gerçek bir kabulleniş sanıp hayran kalmıştı adama. O vedadan bu yana daha çok sarılmıştı kitaplara adam her güne bir kitap sığdıracak kadar oyalamak istiyordu beyninin geçmişe meraklı sahnelerini. İşte o gün de diğer günlerden farksızdı, işten çıkmış ve günün asıl sıkıntılı kısmını, geceyi dolduracak bir kitap almak için dolanıyordu sahaflarda. Bir sahafın önünde tahta taburede oturmuş sesli bir şekilde kitap okuyan gence dikkat kesildi ayaküstü, yirmilerinde bir delikanlı, hafif sakalları, iri kahverengi gözleri ve başparmağına taktığı alyansa benzeyen yüzüğüyle her şeyden habersiz okumaya devam ediyordu. Sanki her şey durmuşçasına dinlemeye başladı, bir süre dinledikten sonra son duyduğu cümleyi tekrar ederek:

“İKİ LANET BİR SAYIDIR, KENDİNE YETMEZ HEP ÜÇE KOŞAR VE SONRA SİL BAŞTAN.”

“Harika bir kitap, alıyorum bunu delikanlı.” deyivermişti. O sırada telefonuna gelen mesaj sesini hiç umursamamış kitaba odaklanmıştı. Ufak bir muhabbetin ardından delikanlıya veda edip, kitabı elinde kutsal bir metin taşır gibi göğüs hizasına yerleştirmiş ve çıkmıştı sahaftan. Neden sonra eli telefonuna gitmişti fakat bu hareketinin sebebi kesinlikle merak değil, içten içe yanıp sönen mesaj ışığının sinirlerini bozmasından dolayıydı. İşte o anda değişmişti durduğu sokak, o anda gelmişti aylar önce bıraktığı çocuk ruh, o anda belirmişti çehresinde o pervasız gülüş ve o anda gelip oturmuştu mide boşluğuna amansız bir ağrı. Tek bir cümleyle hayatından çekip giden kadın yine tek bir cümle ile hayatına girme çabasındaydı belli ki. O an ortada alenen duran saçmalığın farkına varmak istememişti. Beyninin kötü yanı ısrarla ‘salak olma!’ dese de ‘iyi yanı bak o da unutmamış! Dayanamadı döndü.’ safsatasını tekrarlamıştı. Bir kahve içmek ve konuşmak istiyordu kadın bir de çok özlediğini yazmıştı kısaca. Yer ayaklarının altından oynamıştı ve işte kapı kulpuna bile nahif bir veda ettiren dün, böyle yaşanmıştı.

Kitabından özür diledi adam her gün indiği merdivenleri canını acıtma korkusu yaşar gibi parmak uçlarında sekip ikişer üçer inerek. İlk kez bir gecede bitirmemişti, hatta başlamamıştı bile aldığı kitaba. Gece boyu bir sonraki günün hayalini kurmuştu çünkü zihninde, bundandı özrü. Durakta bekledi ve bu bekleyişi sevdi, otobüsün geç gelmişliğini, ayaküstü dururken ayaklarındaki ağrıyı sevdi. Gün nasıl bitecek, buluşma saati nasıl gelecek onu düşünüyordu ama bu sabırsızlığını bile sevdi. İş yerine geldiğinde özenle çalıştı, gördüğü herkese özenle selam verdi adam. Bulduğu her boşlukta elinde tuttuğu ve hiç bırakmadığı kitabını okuyordu gece ihmal edip kırdığı gönlünü almaktı niyeti. Her sayfasına ufak notlar alıyor, beğendiği her satırın itinayla altını çiziyordu. Kitabın sonlarıydı olay örgüsü fazlaca dramatik ve normal zamanda okusa ağlayacak türdendi fakat ağlamaya niyeti yoktu adamın. O anda bir mesaj sesi ile irkildi ve önce saate baktı alelacele sonra hiç alışkın olmadığı bir hareketi yaparak satır sonunu beklemeden kalemi bıraktı kitabın arasına ve hızla açtı mesajı. O an da uçtu tebessümü yüzünden, dünden bu yana midesinde oluşan ağrı kayboldu bir anda ve o anda gelip oturdu yine omuzlarına kaybetmişlik duygusu.

Hayat sahnesi tekrara binmişti yine ve anlamsız bir özrün ardından buluşmaya gelmeyeceğini ifade eden birkaç söz dizesi ve yine lanet bir ‘HOŞÇA KAL!’ Sakince bıraktı telefonu elinden, kitabına baktı ve “Ben hıyar herifin tekiyim sen benim kusuruma bakma.”  dedi bu özrü fazlasıyla hak etmişti kitap. Değmeyen bir kadın için değmeyecek bir umut büyütmüş, o umut ile heyecan duyup okuduğu satırı bile yarım bırakmıştı. Aldı eline kitabı ve son sayfalarını okudu. Kitabı bitirdi, kapağı kapatıp “Ulan bir kerizlik hikâyesi daha işte Allah senin de belanı versin Müzeyyen!” diye sataştı kitabın kahramanına. Aldı eline kitabı bu defa parmakları arasında iğreti durmasını ister gibi tutuyordu, elini cebine koyup yürümeye başladı. Sesli bir kahkaha attı sokağın fiyakalı haline sonra kahkahasına gözyaşını ortak etti.

İlerledi ağır aksak, bu defa ayaklarıyla kavga etti. Kurduğu tüm hayallerin düştüğü dipsiz kuyuya derinden bir küfür etti. Bir ara yakıştıramadı beyefendi kimliğine küfrü ama sonra “Ulan alıştım be senin yüzünden her şeye alıştım.” dedi o küfrün kendine yakışmasını isteyerek. Sonra “Boş ver!” dedi adam sessizce “Herkes kendine yakışanı yapar ona da gitmek yakışıyor belli ki…” Karşıdan gelen dört beş yaşlarındaki kız çocuğuna gülümsedi o an, iyi niyetinin gitmeyi bile edebiyata dökmesine kızarak. Sonra kızın masum yüzünde karşılık bulan bir tebessüm gördü, bir an sevindi. Ardından büyük biri olsa “Ne gülüyor lan bu gevşek?” diye düşünürdü, diye geçirdi aklından. “Ne kadar masumsun sen, hep böyle kal.” duası ederek ilerliyordu ki karşıdan bir kadının yüzüne attığı kötü bakışlarla, gülümseyen o masum çehreyi kendinden nasıl kaçırdığını gördü. Haklı oluşunun verdiği sinirle bir küfrü ağız içinde yakalayıp susturdu adam ve “Bu defa değil!” diyerek devam etti yoluna. Evin önündeki merdivenlerde durdu. Sabah neşeyle indiği merdivenlere sert bir bakış attı tam çıkmaya yelteniyordu ki takılıp düştü. Elinde oluşan hafif sıyrık kanamaya başladı ve bu defa akan gözyaşlarını engellemeden gözlerini elindeki yaraya dikerek seslice haykırdı adam:

“BU YARA SENİN SIZLATTIĞINDIR…”