Bilge Karasu

Eşcinsellerin tarihi de yeni yazılmaya başlıyor. Yeni yeni… Omuzlarına yüklenen bütün suçların, yazıkların, ayıpların ötekilerce eşitçe paylaşılması gerektiğini göstererek işe başlamak, eşcinsellere düşer. Birçok yazar söyledi, kadın kendine kendi gözleriyle değil erkeklerin kurup yakıştırdığı imgelerin gerektirdiği bakışla bakıyor diye… Eşcinsel de, kendinden olmayanın, kendi gibi olmayanın bakışını kendi gözünden silip atmadıkça, kendine kendi gözüyle bakmadıkça kurtulmak şöyle dursun, kendini tanıyamayacak bile…

Öykücü, romancı ve denemeci Bilge Karasu 1930’da İstanbul’da dünyaya geldi. Genellikle sanıldığının aksine, Musevi asıllı Osmanlı siyasetçi Emanuel Karasu ve onun yeğeni dünyaca ünlü yoğurt şirketi Danone Grubu’nun kurucusu İzak Karasu ile herhangi bir akrabalık ilişkisi bulunmamakla birlikte, Bilge Karasu’nun daha sonra Müslümanlığı seçmiş bulunan anne ve babası da Musevi asıllıdır. Yahudi bir aileden gelmesi ve eşcinsel olması –bunun bilinmesi- sebebiyle, cinsiyetçi ve gelenekçi edebiyat çevrelerince dışlanmış; “yalnız adam”, “yabancı” ve “kaçak” gibi söylemlere maruz kalmıştır.
Şişli Terakki Lisesi’nde ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde öğrenim gördü. 1963 yılında, Rockfeller bursuyla gittiği Avrupa’dan 1964’de dönerek çevirmenliğe başladı. Basın-Yayın ve Turizm Genel Müdürlüğü’nde ve Ankara Radyosu dış yayınlar servisinde çalıştı. Ankara Radyosu için radyo oyunları yazdı.1974 yılından ölümüne kadar Hacettepe Üniversitesi’ Felsefe bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştı. 65 yıllık hayatını oldukça nitelikli bir okur olarak tamamlayan Bilge Karasu, sanatın birçok alanında yetkin ve üretken; tek bir metinde farklı türleri iç içe geçirebilen başarılı bir sanatçı, aynı zamanda sınırları Türkiye’yi aşan bir düşünce insanı olarak anılmaktadır. Yaşadığı ve yazdığı dönemde nitelikli edebiyat teorisi henüz batı sınırlarından Türkiye’ye geçememişken, o; Umberto Eco, Benedetto Croce, Georges Dumezil, Roland Barthes, Michel Foucault gibi felsefe, dil ve edebiyatbilimin büyük teorisyenlerini okumuş; Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümünde verdiği, henüz eğitim sisteminde yer almayan “metin okuma yazma“, “imbilim” ve “üst-mantık” dersleriyle onlarca öğrenci yetiştirmiştir. Daha çok öyküleriyle tanıdığımız Karasu biçemde, dilde ve konuda sınırsızlığı ilke edinmiş; herhangi bir edebi topluluğun içinde yer almamıştır. Türk edebiyatının eşcinsel temalı, ilk ve arı sevgi öyküleri de Bilge Karasu’ya aittir. Troya’da Ölüm Vardı, Narla İncire Gazel ve Göçmüş Kediler Bahçesi’nde cinsel tabulara karşı duruşunun izlerini; sevgi, sevgisizlik, ölüm ve korkuyla örülü imgelerle okura yansıtmaktadır. Sevgiyi, insanın bir başkasına aktaracağı “en büyük şey ya da en büyük şeylerden biri” olarak görür Karasu. Sevginin, yalnız bir coşku, bir fışkırtma değil, bir ilişkinin temeli olabileceğini ama o ilişkinin de o sevginin kalıbınca kurulup yaşanması gerektiğine inanır. İlk öykü kitabı Troya’da Ölüm Vardı’da, sevgisiz insanların korkuya daha yakın olduklarını ayrılık, ölüm ve cinsellik üzerinden anlatmaktadır okura. Metinlerinde, sadece iki insan arasında görülmez sevgi. Çoğu zaman hayvanlara, çoğu zamanda okumaya ve kitaplara duyduğu sevgiyi anlatır yahut işler. Bir diğer eseri olan ve ayrıca eşcinsel günlüğünün yer aldığı kitabı Öteki Metinler’de, berkinin ve ötekinin ; kendisi, biz ve hepimiz ;bizi, bizi ötekinde ayıran durumu anlamaya çalıştığını dile getirir. 1970’li yılların entelektüel kimlikli Ankara’sında yaşayan ünlü bir akademisyen yazar (-şu şekilde de okunabilir : Kavaklıdere’de, önünde vişne ağacı olan, kitaplarla küçülmüş bir evin kedi sever sahibi ) ölümünden sonra kendi rızasıyla yayımlanan bu günlüğü 40 yıl önce yazmıştır. 14 Temmuz 1995’te pankreas kanseri tedavisi sürerken Hacettepe Üniversitesinde yaşama veda eden Bilge Karasu, yapıtlarından kazanılan parayla Edebiyat bursu verilmesini vasiyet etmiştir.

İnsan çok dayanıklı bir yaratık. Genellikle öyle. Kimi zaman da bir hiç onu yere serebilir, biliyorum.

Makbule Ateş