Berbat Edilmiş Yalnızlıklar Resitali
Berbat Edilmiş Yalnızlıklar Resitali
Tolga Alver
Adam kendi hâlinde yaşıyordu. Biraz derdi biraz da borcu vardı. Belki zam yapılırdı maaşına belki de ansızın kovulurdu. Pek bir şey belli değildi yaşamında. Yalnız yaşıyordu. İş dışında düzenli bir yaşamı vardı. Akşam oldu mu belirli günlerde arkadaşları ile buluşurdu. Hafta sonları şehri keşfe çıkardı. Sonra da gözlemlerini bir kâğıda not alırdı. O kâğıtların tamamını ise biriktirip geri dönüşüme gönderirdi. Kitap da çıkarabilirdi belki ancak yeterince bu işi meşgul edenler var diye düşünüp vazgeçerdi. Uzak akrabalarıyla iletişimini kesmişti. Yakın akrabalarını ise yalnızca özel günlerde görüyordu. Kendi işlerini kendi yapıyordu. Pul değil pil koleksiyonu vardı. Bu yüzden ruhuna bol miktarda radyasyon yapışmıştı. Bedeni pek de umrunda değildi. Aynada kendine bakmaktan vazgeçmişti. Aslında eli yüzü düzgün temiz çocuktu. Ancak nedense aynaları sevmiyordu. Evinde tek bir aynası yoktu.
Kadın kendi hâlinde yaşıyordu. Bazen kaygılı bazen de neşeliydi. Güzeldi. Bir baharda açan ide ağacının etrafa saçtığı kokular kadar güzeldi. Bir sanat atölyesinde çalışıyordu. Gördüğü her şeyin resmini çiziyordu. Ömrünün resmini çizmeye ise cesareti yoktu. Akşam oldu mu o da belirli günlerde arkadaşları ile buluşup edebiyattan, danstan, resimden, aşktan konuşuyordu. Falına baktırıyor, burç yorumlarına gülümsüyordu. Evinin her tarafında iş haricinde çizdiği resimleri vardı. O resimlerin tamamını biriktirip geri dönüşüme gönderirdi. Sergi de açabilirdi ancak yeterince bu işi meşgul edenler var diye düşünüp vazgeçerdi. O da akrabalarıyla pek görüşen birisi değildi. Arada sırada annesi yanına gelirdi. Babası yıllar evvel vefat etmişti. Radyo dinlemeye bayılırdı. Hiçbir zaman sıralı bir müzik listesi yapamamıştı. Müzik dinlerken müzikleri sıralamaktan hoşlanmıyordu. Bu yüzden radyoda bulduğu kanal onun sorununu çözümlemişti.
Bir gün bir kafede akşamüstü tesadüfen kadın ve erkek karşılaştı. İkisi de ayrı masalarda arkadaşlarını bekliyordu. Adam beklerken sıkılmamak için kâğıdını eline alıp gördüklerini yazmaya başladı. Kadın da elindeki küçük kâğıda bir şeyler çiziyordu. Arkadaşları geldiğinde ikisi de kendi yaşamına döndü. Her ikisi de arkadaşlarını dikkatle dinler gibiydiler. Ancak gerçek bu şekilde değildi. İkisi de birbirine odaklanmıştı. Kadın kaçamak gözlerle adama bakıyor, adam da her fırsatta kadına gülümsüyordu. Gece sona ererken kadın lavaboya doğru yöneldi. Adam da kadının gittiği koridora gitti. İkisi de birbirlerine bir şey söylemeden ellerinde tuttukları kâğıdı birbirine uzattı. Adam kadını anlatan bir şiir yazmış, kadın ise adamın resmini çizmişti. Sonrasında arkadaşlarını gören kadın telaşla oradan uzaklaştı. Adamın gülümsemesi artmış, kadının kalbi heyecanla atmıştı.
İkisi de yalnız yaşamlarına döndüklerinde heyecandan uyuyamadılar. Ancak telaştan birbirlerine telefonlarını vermeyi akıl edememişlerdi. Şimdi ne olacaktı? Birbirlerini gördükleri o mekâna ertesi gün gitmek ikisinin de aklından geçen tek plandı. Neyse ki planları tutmuştu. Ertesi günün akşamında aynı yerde göz göze geldiler. Birbirleri ile konuşmadan bir masada oturdular. Yağmur yağıyordu. Önce kadın bir şeyler mırıldandı. Sonra adam içindekileri anlattı. Tanıştılar, konuştular, yeniden buluştular.
Bir zaman sonra evlenmeye karar verdiler. İkisi de çok mutluydu. Vakit ilerledikçe birlikte bir şeyler yapabilmenin heyecanını duyuyorlardı. İkisi de sanatı seviyordu. Zevkleri ve dertleri ortaktı. Her birinin üstesinden birlikte gelmeye karar verdiler. Evlerini bir sanat atölyesi gibi döşediler. Bir de kedi sahiplendiler. İlk zamanlar çevrelerindeki herkesin imrendiği güzel bir çift oldular. Her akşamları dolu dolu geçiyordu. Bir gün tiyatroya, bir gün sinemaya, bir gün sergiye, bir gün tarihe ayırdılar. Bazı günler de evde oturup kitap okudular. Ancak bir gün kadın erkeğe çok mutsuz olduğunu söyledi. Tam olarak yaşamak istediği hayatın içindeyken “nedendi” bu mutsuzluk diye düşündü adam. Keyfi kaçtı, sorguladı, yargıladı. Kadın bir süre sustu, öylece durdu, gözyaşı sel oldu. Adam ne yaptıysa kadını ikna edemedi.
Yıllar sonra başka bir şehrin bir sokağında karşılaştılar. İkisinin de yanında başkaları vardı. Yine başka hayatların yabancısıydılar. Kadın mutsuzdu, adam da mutsuzdu. Yanındakiler de öyle. İnsanlar mutsuzdu. Yaralar başka yaralarla sarılmazdı. İnsan insanın dermanı değildi belki vicdanıydı. Bir önceki yaşamında yaptıkları hataları başka yaşamlarda telafi etmek istediği vicdanı…