BBC’nin Seçtiği En İyi 10 İngiliz Edebiyatı Eseri

BBC Culture, İngiltere dışındaki kitap eleştirmenlerine yaptığı anket sonucu, en iyi 100 İngiliz romanının listesini hazırladı. Liste, İngiltere dışındaki okurlara İngiliz Edebiyatı ile ilgili bir bakış açısı sunmayı amaçlıyor. BBC Culture’dan Jane Ciabattari, İngiltere hariç, Avustralya’dan Zimbabve’ye kadar dünya genelinden 82 kitap eleştirmenine bir anket yaptı. Listede kurmaca dışı kitap, oyun, öykü, epik şiir ve kısa hikayeler yok. Sadece romanlar ve İngiliz yazarlar var.

1. Kasvetli Ev – Charles Dickens, 1853

Charles Dickens, İngiliz Edebiyatı’nın en büyük yazarlarından biridir. Bazı eleştirmenler onu romanın Shakespeare’i diye adlandırırlar. Dickens’ın başarısının temel sırrını, onun yaratıcı hayal gücünde aramak gerekir. Romanlarındaki aşırı duygusallık eleştirilse de, romanlarında çizilen insanlık tablosu, kapsam ve değişik insan tiplerinin bolluğu Shakespeare’i geçen boyutlardadır. Kasvetli Ev, Dickens’ın son dönem romanları arasında en ustaca yazılmış olanıdır. Londra’daki sislere gömülmüş Chancery Mahkemesi’ni anlatan ilk sayfalardan, Dedlock ailesinin Leicestershire’daki yağmura boğulmuş malikanesine geçen Dickens, tüm olayları, kişileri birbirine bağlayarak, romanı büyük bir güven içinde bitirir. Kasvetli Ev’in temel konusunu, tepedekilerden en aşağıdakilere, toplumun bir bütün olduğu ve tepedekilerin varlıklarını, kendileri gibi şanslı olmayan öteki kişilerin durumlarından etkilenmeksizin sürdüremeyecekleri biçimde özetleyebiliriz. “Sabahleyin gün ağarmadan giyinip mumlarımı iki işaret feneri gibi yansıtan karanlık camdan dışarı bakmak ve hala bir gece öncenin belirsizliğine sarılı duran alanın ışıkla birlikte alacağı şekli seyretmek çok ilginçti. Manzara ağır ağır kendini ortaya çıkarttıkça ve tıpkı hayatımı dolanan belleğim gibi karanlığı dolanan rüzgarın, geceleyin at koşturduğu o sahneyi ifşa ettikçe, ben uykudayken etrafımda duran bilmediğim nesneleri keşfetmenin zevkini yaşadım, ilk başta sis içinde hayal meyal seçiliyorlardı, üzerlerinde de son yıldızlar parlıyordu. O solgun devre bittiğinde resim öyle büyük bir hızla genişleyip kalabalıklaşmaya başladı ki her bakışımda bir saat baksam bitiremeyeceğim şeyler görüyordum.”

2. Frankenstein – Mary Shelley, 1818

Mary Shelley, görmüş olduğu rüya üzerine Frankenstein veya Çağdaş Prometheus‘u (Frankenstein or Modern Prometheus) yazar. Eser, derin anlatıma ve konuya rağmen, yıllardır yalnızca bir korku öğesi olarak kullanılmıştır. Oysa, eserin kaleme alınışında korku unsuru olarak öne çıkan nokta yaratığın kötülüğü, çirkinliği ya da eylemlerinin vahşiliği değil, bilinçsizce yaratılan bir varlığın, doğal yaratılış sürecinin dışında bir anomali oluşu ve bu durumun ne kadar büyük bir çelişki yarattığıdır. Victor Frankenstein da annesinin ölümünden sonra doğaya ya da tanrıya karşı isyan bayrağını açar. İnsan ırkının aksine mutlu ve mükemmel bir tür yaratma hayaliyle kendini, cansız maddelere hayat verebilme amacına adar. Shelley, kitabını yazarken esinlendiği konuların başında yaratılış öyküsü, Adem ve Havva’nın cennetten kovuluşunu anlatan John Milton’un ölümsüz eseri Kayıp Cennet gelmektedir. “İlk kez şefkat aradığımda, tüm benliğime dolup taşan erdem duyduğum sevgi, mutluluk hissi ve şefkatti paylaşmak istediklerim. Ancak, bu erdem benim için artık sadece bir gölgeden ibaret. (…) Tüm insanoğlu bana günahkar davranırken, suçlu olan tek kişi ben miyim? Arkadaşını kapısından hakaretlerle kovan Felix’ten neden nefret etmiyorsunuz? Çocuğunun kurtarıcısı öldürmeye çalışan köylüye neden lanet etmiyorsunuz? (…) Frankenstein… Bana hala intikam besliyor olsaydın, bana hayat verdiğinde doyuma ulaşmalıydın, yok olduğumda değil. Fakat öyle olmadı, daha büyük kötülüklere sebebiyet vermemem için, sonumu dört gözle bekledin.”

3. 1984 – George Orwell, 1949

İngiliz Edebiyatı’nın önemli isimlerinden Orwell’in 1949 yılında yazdığı, otuz beş yıl sonrasını anlatan alegorik, distopik eseri komünizme ve baskıcı rejime karşı bir eleştiri niteliğindedir. Kitapta, Okyanusya toplumunda Büyük Birader’in varlığı tarafından oluşturulan korkunun bireyleri kontrol altında tutmak için bir araç olarak kullanıldığı, teknolojik anlamda gelişmiş bir dünyayı ortaya koyar. Yayıma verdiğinde Avrupa’daki Son Adam ismini taşıyan, fakat sonra ticari kaygılarla 1984 ismiyle değiştirilerek yayımlanan eseri, insanoğlunun geleceğine dair duyduğu endişeye bağlı bir uyarıdır. “Düşünce suçu korkunç bir şeydir dostum. Sinsi bir şeydir. Adamı esir alır da farkına bile varmazsın. Beni nasıl ele geçirdi biliyor musun? Uykumda! İster inan, ister inanma. Çalışıp çabalayan, üzerine düşeni yapmaya çalışan bir adamım ben, kafamın içinde kötü şeyler olduğunu nerden bileyim. Sonra uykumda konuşmaya başlamışım. Hem de ne demişim biliyor musun? Kahrolsun Büyük Birader!”

4. Kefaret – Ian McEwan, 2001

Booker Ödüllü İngiliz yazar Ian McEwan’ın başyapıtı olarak kabul edilen romanıdır Kefaret (Atonement). Üç gencin bir yalanla değişen hayatlarını anlatır. 2. Dünya Savaşı öncesinde 13 yaşındaki Briony Tales, ablası Cecilia ve ablasının çocukluk arkadaşı Robbie hakkında yalan söyler. Bu yalanın sonunda 3 gencin hayatı değişir. 2007 yılında sinemaya aktarılan Kefaret, çocukluğu, aşkı, savaşı, İngiliz toplumunu ve sınıf ayrımını akıcı, etkileyici bir anlatımla anlatırken, utanç ve bağışlama, kefaret ve günahları hoş görmenin güçlüğü üzerine de düşünmeye yöneltiyor. McEwan tek bir günü, kitabın birkaç kahramanının gözüyle aktarıyor ve sizi o yalana doğru yavaş yavaş sürüklüyor. “Briony o an farkında değildi elbette, ama bu, tasarısının başarısını doyasıya tadabildiği tek andı. Alıp alabileceği tek doygunluk, gerisi yalnızca hayaller ve hayal kırıklıklarıydı. Yaz akşamlarının karanlığında, odasındaki ışık söndükten sonra, dört yanı örtülü yatağının nefis loşluğuna sığınmış, oyunun sahnelenmesiyle ilgili yüreğini güm güm attıran parlak, özlem dolu fanteziler kurmuştu, oyun sırasında yaşanacak, başrolünü mutlaka Leon’un oynadığı küçük piyesleri bile tasarlamıştı. Bir tanesinde, Arabella’nın sürüklendiği yalnızlığı ve umutsuzluğu izlerken, Leon’un o ablak, iyi niyetli suratı acıyla kasılıyordu.”

5. Dalgalar – Virginia Woolf, 1931

Virginia Woolf’un Dalgalar adlı romanı, yazarın da günlüğünde belirttiği üzere, bir olay örgüsünden ziyade, bir ritim oluşturmak için yazılmıştır. Dalgalar Woolf’un bilinç akışı tekniğini en yetkin olarak kullandığı yapıt olarak gösterilir. Geleneksel romanın olmazsa olmazı durumundaki olay örgüsü bu romanda yoktur. Bilinç akışı tekniğinin özellikleri nedeniyle, Dalgalar romanı, insanın tüm duyularına seslenmektedir. Okuyucu romanı okurken dalgaları duyabilir, görebilir, hissedebilir, hatta tuzlu suyun kokusunu alabilir. Dalga imgeleri romanın ritmini oluştururken, bu ritim de aynı zamanda dalgaların sesini ve devinimini sağlar. “Güneş, yükselmiş olan, sudan yapılma değerli taşlar arasından kesik kesik bakış fırlatarak yeşil şiltede gizlenmeyi artık bir yana bırakmış olan güneş, yüzünü açtı, dümdüz baktı dalgalar üzerinden. Düzenli bir gümbürtüyle döküldü dalgalar. Yanş alanındaki at toynaklarının çalkantısıyla döküldüler. İncecik serpintileri, sürücülerin başları üzerinden mızrakların havalanışı gibi yükseldi. Kumsalı, elmas uçlu, çelik mavisi sularla süpürdüler. İçeri, dışarı zorlamasını sürdüren bir makinenin yeğinliği ve gücüyle geri çekildiler, sonra yine yayıldılar. Mısır tarlalarına, ormanlara vurdu güneş. Irmaklar mavileşti, kıvrım kıvrım oldu; su kıyısına inen çayırlar usulca sorguçlarını kabartan kuşların tüyleri gibi yeşillendi.”

6. Howards End – E.M. Forster, 1910

E.M. Forster’ın (Edward Morgan Foster) başyapıtı Howards End, 1900’lerin İngilteresi’nde aynı hikayenin içinde bir araya gelmesi pek de muhtemel olmayan, toplumun birbirinden kopuk üç kıyısına ait üç aile arasında yaşananları anlatıyor. Bağlantı kurmamız gereken sınıflar olduğunu, yalnızca kendi sınıfımıza değil, toplumun bütün katmanlarına değecek bir bakışı yeşertmemizin doğruluğunu gösterir yazar okura. Roman geleneksellikten modernizme doğru evrilen İngiliz toplumunun iki arada bir derede kalmış halini mükemmel bir şekilde yansıtır. Kitaba adını veren Howards End ise bir kır evidir, bütün karakterlerin dünyasına nüfuz eden, onların kaderini belirleyen. Eser, dönemin İngilteresi’ni eleştiren, toplumun aksaklıklarını anlatan muhalif bir klasik olsa da, aslında her dönemin ve her toplumun romanı. “Sevgili Meg, Beklediğimiz gibi çıkmadı. Ev eski, küçük şirin mi şirin, kırmızı tuğladan. İçine güç bela sığıyoruz, yarın Paul (evin küçük oğlu) geldiğinde ne olur, Tanrı bilir. Sofanın sağdaki kapısı yemek odasına, solda olanı misafir odasına açılıyor. Aslında sofanın kendisi de bir oda. Başka bir kapıyı itiyorsun, karşında birinci kata çıkan bir tür dehliz gibi merdivenler. Yukarıda yan yana dizili üç yatak odası, onların üstünde de tek sıra halinde üç çatı katı odası. Aslında evin tamamı bu kadar değil, ama insan bu kadarını farkediyor. Ön bahçeden başını kaldırıp bakınca görülen dokuz pencere. Yine cepheden bakınca sol tarafta dalları biraz evin üstüne eğilmiş, gövdesi bahçeyle çayırın sınırında bulunan kocaman bir dağ karaağacı var. Bu ağacı şimdiden sevdim.”

7. Günden Kalanlar – Kazuo Ishiguro, 1989

Japon kökenli İngiliz yazar Kazuo Ishiguro’nun, 1989 Booker Ödüllü Günden Kalanlar (Remains Of The Day) romanı, kariyerinin en iyi romanları arasında gösterilir. Yaşlı bir uşağın dışa ve içe yolculuğuna odaklanan hikayede onun birkaç günlük yolculuğu anlatılır. Günden Kalanlar insan belleğine, hatırlamaya, daha doğrusu hatırlama sürecinin düzenlenmesine ve farkındalık eksikliğine dair bir roman. Romandan aynı adla uyarlanan film, sinema tarihinin en başarılı edebiyat uyarlamalarından birisidir. “Yaşamımız pek de dilediğimiz gibi çıkmadıysa durmadan geriye bakıp kendimizi suçlayarak ne kazanabiliriz ki? Şu acı bir gerçek: Gerek sizin gerekse benim gibilerin, yazgımızı, dünya dediğimiz bu tekerleğin göbeğinde yer alan ve bizim hizmetlerimizden yararlanan o büyük beyefendilerin ellerine bırakmaktan başka pek bir seçeneğimiz yok. Yaşamınızın akışını denetim altına alabilmek için ne yapabilirdiniz, ne yapamazdınız, bunları düşünerek kendinizi yiyip bitirmenin ne anlamı var?”

8. Karanlığın Yüreği – Joseph Conrad, 1899

Polonya asıllı olması ve İngilizce’yi yirmi yaşından sonra öğrenmesine rağmen İngiliz Edebiyatı’nın en ilginç ve de en büyük yazarlarından biri kabul edilir Joseph Conrad. Karanlığın Yüreği (Heart of Darkness) adlı başyapıtında Avrupalı’nın, uygarlık götürme bahanesiyle, Afrika’yı sömürgeleştirmesinin ardındaki dehşeti anlatırken, bu yolculukta beyaz adamın içsel yolculuğunu ve kendi kendisiyle hesaplaşmasını da anlatır. Yazarlığının hammaddesini oluşturan on altı yıllık denizcilik deneyimi ve modernizmin öncüleri arasında sayılmasına neden olan eserleriyle yirminci yüzyılın birçok yazarına da ilham kaynağı olmuştur. “Yaşamdan tek umulacak şey, insanın biraz kendini öğrenmesi – o da geç gelir hep – ve sönmek bilmeyen bir yoğun pişmanlık. Ölümle dövüştüm ben. Düşünebileceğiniz en can sıkıcı karşılaşmadır bu. Elle tutulmaz bir pusun içinde yer alır, ayağının altında bir şey yoktur. Bilgiçliğin son aşaması buysa eğer, yaşam sandığımızdan da gizemli bir bilmece demek. Son sözü söyleme fırsatının geldiği ana varmama kıl payı kalmıştı, büyük bir olasılıkla da söylenecek hiçbir şeyim olmayacağını utanarak gördüm. Kurtz’un olağanüstü bir adam olduğunu bu yüzden doğruluyorum. Söyleyecek bir sözü vardı. Söyledi!”

9. Tom Jones – Henry Fielding, 1749

Tom Jones (The History of Tom Jones), İngiliz yazın tarihinde hem yadsınmaz bir önem taşır, hem de iki yüzyılı aşan bir süreden beri varlığını ve canlılığını olduğu gibi korur. Yazın tarihinde Tom Jones’un önemi, olaylar örgüsünün işlenişi ve kişilerin çizilmesi açısından, gerçekçi ilk roman sayılmasından kaynaklanır. İşte bu yüzden eleştirmenler, İngiliz romanının babası derler Fielding’e. Tom Jones, sürükleyici denilen türde bir serüven romanıdır, okuyucuyu duygulandırdığından da fazla güldüren bir komedyadır. On sekizinci yüzyılın ilk yarısında İngiliz toplumunun töre ve geleneklerini yansıtan gerçekçi bir belgedir, yazıldığı çağı, kimi zaman ağırbaşlılıkla, çoğu zaman da gülümseyerek yargılayan bir taşlamadır. Eseri Türkçe’ye Mina Urgan çevirmiştir. “Okuyucu, birlikte biraz daha yol almadan önce, sana şunu bildirmeliyim: Bu öykü boyunca, uygun bulduğum her fırsatta, konudan uzaklaşmak niyetindeyim. Bu fırsatları saptamak işinde ise, zavallı herhangi bir eleştirmenden çok daha yetkili sayıyorum kendimi. Sırası gelmişken, tüm eleştirmenlerin kendi işlerine güçlerine bakmalarını, kendileriyle hiç ilgisi olmayan işlere ya da kitaplara burunlarını sokmamalarını isteyeceğim; çünkü onlarda yargılama yetkisi olduğunu kanıtlayan belgeleri görmedikçe, boyun eğmeyeceğim yargılarına.”

10. Bir Son Duygusu – Julian Barnes, 2011

Usta İngiliz kalem Julian Barnes, 2011 Man Booker Ödülü’nü kazandığı romanı Bir Son Duygusu’nda (The Sense Of An Ending) yaşlanma, anılar, zaman ve pişmanlık üzerine bir hikaye anlatıyor. Okursa roman boyunca kendine şu soruyu soruyor: Hatıralarımıza güvenebilir miyiz? Roman, evlenip bir çocuk yapıp boşanmış, emekli olmuş, sorunlardan uzak, ortalama ve güvenli bir hayata demir atmış 60 yaşlarında bir adam olan Tony Webster’in hayatı 40 yıl öncesinden tanıdığı birinin ona bıraktığı mirası, Adrian’ın güncesini haber almasıyla alt üst oluyor. Çünkü bu olay onu geçmişle yüzleşmek zorunda bırakıyor. “Yapmayı başaramadığımız şey, ileriye bakmak ve sonra da kendinizi o gelecek noktasından geriye bakarken hayal etmek. Zamanın getirdiği yeni heyecanları öğrenmek. Sözgelimi, hayatınıza tanık olanlar azalırken, şimdi ya da bir zamanlar ne olduğunuz hakkında daha az doğrulama, dolayısıyla daha az kesinlik olduğunu keşfetmek. Düzenli olarak kayıtlar tutmuş olsanız bile -sözcükler, sesler ve resimler – yanlış türden bir kayıt tutma işlemine girişmiş olduğunuzu fark edebilirsiniz.” Kaynak Bir Uşağın Hatıraları, Radikal Kitap, Tom Jones, Henry Fielding, Olanaksız’la Yaşamanın Ağırlığı, Frankenstein Modern Prometheus, George Orwell’in 1984 Romanı ile Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel Romanının Düşünce Suçu Bağlamında Karşılaştırılması, Dalgalı Deniz Fenerlerinde Yüzebilmek, Karanlığın Yüreği, Joseph Conrad, İnsan Coğrafyasının Kuytularına Doğru