Ayhan Işık’ın Hayatı ve Filmleri
Türk sinemasının Taçsız Kral’ı Ayhan Işık, altı çocuklu Selanik göçmeni bir ailenin son çocuğu olarak, 5 Mayıs 1929’da İzmir’de dünyaya gelir. 8 Kasım 1957 tarihli Ses Dergisi için kaleme aldığı yazısında şunları yazar: “1929 yılının 5 Mayıs’ında İzmir’de, Karataş’ta doğdum. Babam saraçtı. Ailemin en küçük çocuğuydum. Üç kız, iki erkek kardeşim vardı. Dört aylık bir bebekken İstanbul’a göç etmişiz. Zaten, İzmir’e, annem ve babam Selanik’ten gelmişler. Yunan işgali üzerine, Osmanlı İmparatorluğu’nun bu güzel şehrini terk edip muhacir olmuşlar. İstanbul’da Saraçhanebaşı’ndaki babamın büyük saraç dükkanı hala gözümün önündedir.”
6 yaşında babasının ölümünden sonra, 12 yaşındayken ikinci büyük acıyı yaşar, grafik tasarımcısı olan ağabeyini kalp krizinden kaybeder. Özellikle resim alanındaki ilerleyişini hep örnek aldığı ağabeyinin ölümünden sonra evin geçimine yardımcı olmak için hem okuyup hem de çalışır.
“Altı yaşımdayken babasız kaldım, ilkokulu Bomonti’deki 44. Okul’da bitirdim. Ortaokula başladığım günlerde Babıali’ye geldim; çünkü okula gidebilmek için çalışmak zorundaydım. Gazete ve dergilerde hikaye ve kapak resimleri çizmeye başlamıştım, ilk kazandığım parayı sanki dünmüş gibi hatırlarım: 14 lira. Eve koşup anneme verdiğim bu müjdeyi hiç unutmam. Yaz tatilinde Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası’nda, kırık şişe kontrolörlüğü yaptım. Haftada 25 lira alıyordum. Vapurla gidip gelirken boş durmuyor, mecmuaların ısmarladıkları ve illüstrasyon denilen renkli resimleri çiziyordum. Şirket-i Hayriye’nin 63 numaralı Sütlüce vapuru sanki benim resim atölyem olmuştu. Günün birinde fabrikada işim bitti. Kendime yeni bir iş aradım, İstanbul Darphanesi’nde ressamlığa başladım. Daha sonra bir inşaat müteahhidinin yanında katiplik…”
Ayhan Işık, sinema oyunculuğu öncesi çalıştığı Türkiye Yayınevi’nde Aşka İnanmıyorum adlı çizgi romanın yaratıcısıdır.
“İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne devam ederken, yazı işleri müdürlüğünü Sezai Solelli’nin yaptığı Yıldız Mecmuası’na ressam olarak girmiştim. Yıldız, o zamanın tek sinema dergisiydi. 1951’de açılan Kapak Yıldızı Yarışması’na, Solelli’nin teşvikiyle katıldım ve birinciliği kazandım.” Aynı yarışmada kadınlardan da Belgin Doruk birinci olur.
Ayhan Işık’ın, yarışmaya katılırken bir endişesi vardır; Işıyan olan soyadının Ermeni kökenli çağrışımı yapması. Bu nedenle oyunculuğa başladığında, Işıyan olan soyadını Işık olarak değiştirir. Aynı yıl Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Hasan filmiyle ilk filmini çevirerek beyaz perdede görünür.
Ayhan Işık da 1972’de film yıldızlarının sahneye çıkma ve plak yapma modasına uyar ve Münir Nurettin Selçuk‘tan dersler alır, Klasik Türk Müziği dalında solistlik yapar ve bir tane 45’lik plak doldurur. 1975’ten itibaren oyunculuğunun yanı sıra yapımcı, yönetmen ve senaristlik de yapmaya da başlayan Işık, bir süre sonra da oyuncu ve yönetmen olarak 1976 yılında Örgüt filmini çeker ve bu arada TV’de bazı reklam filmlerinde rol alır.
Ayhan Işık, Pazar günü çalışmama gibi kendi kural ve prensiplerini de yapımcılara kabul ettirebilmiş, sektörde ağırlığını hissettirebilmiş bir oyuncudur. Kariyeri boyunca belirli rollerin oyuncusu olarak kalıplara sıkışıp kalmamış, dram, avantür, tarihi, komedi gibi etiketlere sahip filmlerle zengin bir filmografi oluşturmuştur. Tüm bu unsurların bileşimi, Ayhan Işık efsanesini oluşturmuştur. Ancak, Ayhan Işık kral ünvanı ile orantılı derecede güçlü bir oyuncu değildir. Nitekim yine Agâh Özgüç, yakından tanıyıp, arkadaşlık ettiği Ayhan Işık için şu değerlendirmede bulunmuştur: “Örnek vermek gerekirse Fikret Hakan iyi bir oyuncudur. Ancak, Ayhan Işık, filmlerinin başrol oyuncusu olmasına rağmen oyunculuk yetenekleri, kapasitesi sınırlı olduğundan, kimi filmlerinde filmin yardımcı/ikinci erkek oyuncusu karşısında ezilmiştir. Üç Örnek verebilirim: Acı Hayat’ta Ekrem Bora’nın oyunu, Yangın Var’da Turgut Özatay’ın oyunu, Aşktan da Üstün’de de Ahmet Mekin’in oyunu Ayhan Işık’ın yine aynı filmlerdeki oyunundan daha üstündür.”
Ayhan Işık’ın ölümünden sonra yaşanan tatsız konudan bahsetmeden olmaz. Sayısız filmde rol almış emektar sinema oyuncusu Nubar Terziyan, Ayhan Işık’ın hayatını kaybetmesinden sonra gazeteye vermiş olduğu ilanda “Oğlum Ayhan, dünya fanidir ölüm herkese nasip ama sen ölmedin zira geride bıraktığın bizlerin ve milyonların kalbinde yaşıyorsun. Ne mutlu sana. Amcan, Nubar Terziyan” yazar. Ayhan Işık’ın ailesinden ise şöyle bir cevap gelir: “Önemli bir düzeltme. Amcan Nubar Terziyan imzasıyla çıkan ilanla sevgili varlığımız Ayhan Işık’ın hiçbir ilişkisi yoktur. Görülen lüzum üzerine üzüntüyle duyururuz. Ailesi.”
Kaynak
Ayhan Işık / Yeşilçam’dan Bir Portre, Nigar Pösteki, Radyo-Televizyon, Megep, Türk Sineması, Nubar Terziyan ve Yeşilçam’da Gayrimüslimler – Can Öktemer, Türk Sineması’nın Erkek Starları ve Son İmparator(lar): Kadir İnanır – Tarık Akan, Sunyto Mehmet – Ayhan Işık, Nostaljinin Sesi: Ayhan Işık’ın bizzat kendisinin kaleme aldığı bu yazı 8 Kasım 1967 tarihli SES dergisinde yayınlanmıştı
İzmir’in Karataş semtinde bulunan doğduğu ev
İstanbul’da ilk yıllarında çok zorlanan Ayhan Işık, lise yıllarında güzel bir çevre edindiğini röportajların birinde şu sözlerle dile getirir: “Mahir İz okul müdürü, Salah Birsel müdür muaviniydi, edebiyata Rıfat Ilgaz, beden eğitimine Vefalı Kör Galip, coğrafyaya Akbaba Celal geliyordu. Daha ne isteyebilirdim ki…” Lise yıllarındaki okul arkadaşlarından bazıları senarist Safa Önal, karikatürist Ferruh Doğan ve karikatürist Semih Balcıoğlu’dur. Güzel Sanatlar Akademisi’ne giren Işık, Resim Bölümü’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan dersler alır. Fikret Otyam, Leyla Gamsız, Nedim Günsür, Orhan Peker, Turan Erol, Mehmet Pesen, Mustafa Esirkuş, Fahrünnisa Sönmez, Hulusi Sarptürk’ün kurduğu On’lar Grubu’nda yer alır. Grubun amacı, Anadolu’nun geleneksel nakış motifleriyle çağdaş Batı resminin anlatım biçimlerini birleştirerek seçtikleri konuları soyutlama anlayışıyla resmetmekti.Ayhan Işık’ın 1952 yılında çizgi roman olarak resimlediği Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı
Yavuz Sultan Selim ve Yeniçeri Hasan, 1951 (Ayhan Işık, Ayla Karaca)
Yönetmen Ömer Lütfü Akad’ın Sinemacılar Dönemi’ni başlattığı (1970’li yıllara kadar devam eden ve tiyatro etkisinin kaybolup sinema dilinin ortaya çıktığı bir dönemdir) 1952 yapımı Kanun Namına, Ayhan Işık isminin Türk Sineması’nda ön plana çıktığı film olur. Başlarda yönetmen Lütfü Akad, ifadesiz olarak nitelediği oyunculuğundan endişelense de, sonrasında Işık’ın yapaylık ve teatrallikten uzak oyununu beğenir. Filmin konusu İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda İstanbul’da gerçekten yaşanmış bir olaya dayanır. Genç bir tornacı ustasının kıskançlığı yüzünden evden kaçan karısını geri getirmek üzere babasının evine gittikten sonra, orada ortaya çıkan tartışmaya kendini kaptırıp tabancasını çekerek işlediği üçlü cinayetten sonra dükkanına kapanıp polise karşı durmasının hikayesi anlatılır filmde. Filmin senaristi ve yapımcısı Osman Seden şunları anlatır: “Filmin çekimine Büyükada Dilburnu’nda başladık. Ertesi gün gene orada çalışılacaktı. Hepimizin gözü Ayhan Işık’ın üstündeydi ve ne yazık ki Ayhan Işık son derece başarısızdı. Üçüncü gün adadan dönerken Lütfü, kameraman Enver Burçkin ve ben vapurun yan tarafında oturduk. Üçümüzün de ağzını bıçak açmıyordu. Ayhan Işık bekleneni vermekten çok uzaktı. Ne yapacağız diye sordum. Lütfü’de tıs yok. Değiştirelim mi, filmi paydos edip yeni birini mi alalım o role? Bilmem, dedi. Kısa aralıklarla hep sorular sordum, hiçbir net cevap vermeye yanaşmadı. Özür dileyerek Ayhan Işık’tan vazgeçip, iki gündür çekilen sahneleri baştan çekmeye karar vermek üzereydik ki, o ana kadar konuşmamıza hiç katılmamış olan Enver Burçkin, “Ona son bir şans tanıyalım” dedi. Üç gün daha beklememizi tavsiye etti, bu müddet zarfında Ayhan’da bir gelişme olursa onunla filme devam edecektik. Lütfü bu fikri hemen kabul etti. Üç gün devamlı çalışmalara gittim. Sanki Ayhan’a sihirli bir değnek değmiş gibi birkaç gün sonra Ayhan açılmaya başladı. Bir akşam paydostan sonra Enver de, Lütfi de başaracak dediler. Ben de aynı fikirdeydim.”Kanun Namına, 1952 (Ayhan Işık, Gülistan Güzey)
Ömer Lütfü Akad ile İngiliz Kemal, Katil, Öldüren Şehir, Vahşi Bir Kız Sevdim, Kardeş Kurşunu filmlerini, Atıf Yılmaz ile Şimal Yıldızı, Osman Seden ile de 1957 yılında Bir Avuç Toprak filmini yapan Işık, 1959 yılında Hollywood’a gider. Bazıları oraya şansını denemek için gittiğini, bazıları ise özel bir film teklifi için gittiğini söylerler; hatta bu filmin David Lean’in Dr. Jivago’su olduğu söylenir. Buradaki filmlerde çalışamaz; bunun nedeni sorulduğunda da: “Benim gibi orada 5000 kişi sıra bekliyor. Ayrıca çok da marifetleri var. Zıplayıp havada iki takla atıyorlar. Hem de ana dilleri gibi İngilizce konuşuyorlar. Bize orada ekmek yok.” diye açıklar. Ayhan Işık, Amerika’da bulunduğu dönemde gazeteci, televizyoncu Nick Clooney’in eşi Nina Clooney ile bir ilişkisi olur. Türkiye’ye döndükten sonra Nina Clooney, ikinci çocuğunu George Clooney’i (1961) dünyaya getirir ve yıllar sonra da bu ilişkiyi itiraf eder. Ayhan Işık ve George Clooney’in benzerliği, tarihler uygun olsa da, gerçek midir, şehir efsanesi mi bilinmez. George Clooney, Ayhan Işık
Ayhan Işık, 1961 yılında Otobüs Yolcuları filmiyle Yeşilçam’a tekrar dönüş yapar ve dik başlı, aydın bir karakter olan otobüs şoförü Kemal’e hayat verir. Senaryosunu Vedat Türkali’nin yazdığı, yönetmenliğini Ertem Göreç’in yaptığı film, aynı otobüsteki umut dolu kişilerin, kendilerini dolandıran kooperatif sahiplerine karşı ayaklanması, haklarını savunmak için mücadele etmesi ve otobüs şoförü Kemal’in bu insanlara liderlik etmesi üzerine kuruludur. Film, otobüs yolcularının dayanışması, haksızlığa karşı ayaklanması ve birlikte eylem yapma iradelerini göstermeleri bakımından önemlidir; ama aynı zamanda Türk Sineması’nda sık işlenen zengin kız-fakir oğlan aşkını da içerir. 16 yaşındaki Türkan Şoray’ın ilk oyunculuk tecrübesini kazandığı filmdir aynı zamanda Otobüs Yolcuları.
Otobüs Yolcuları, 1961 (Ayhan Işık, Türkan Şoray)
Yönetmenliğini Lütfü Akad’ın yaptığı, ancak yapımcıyla yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle eksik kalan kısmını Memduh Ün’ün tamamladığı, Vedat Türkali’nin Orhan Kemal’in Sokakların Çocuğu romanından uyarladığı, Türk sinemasının önemli filmlerinden olan Üç Tekerlekli Bisiklet’te Sezer Sezin ile birlikte rol alır. Film, yaralı olan Sütçü Ali’nin peşindekilerden kurtulmak amacıyla zoraki misafir olduğu eve girişiyle başlar. Ev sahibi, küçük çocuğuyla birlikte yaşayan yalnız bir kadındır. Başta tereddüt etse de zoraki misafiri evine kabul eder ve aralarındaki ilişki zamanla aşka evrilir.Üç Tekerlekli Bisiklet, 1962 (Ayhan Işık, Sezer Sezin)
Ayhan Işık, Türkiye’ye dönüşüyle ardı arda filmler çevirmeye başlar, çevirdiği Küçük Hanımefendi serisi halk tarafından oldukça beğenilir. Muazzez Tahsin Berkand’ın, Küçük Hanımefendi romanı, bir mantık evliliğinin nasıl tutkulu bir aşka dönüşebileceğini göstermesi bakımından güzel bir örnektir. Roman beyaz perdeye aktarılınca Ayhan Işık ile Belgin Doruk birlikte oynarlar. Film öylesine ilgi çeker ki, filmin devamı çekilir. 1961 yapımı Küçük Hanımefendi filminde başrolleri Belgin Doruk, Ayhan Işık ve Sadri Alışık paylaşır. Yılın en çok izlenen ve en beğenilen filmlerinden birisi olup, çok olumlu eleştiriler alınca, aynı kadroyla 1962 yılında Küçük Hanım Avrupa’da, Küçük Hanım’ın Kısmeti ve 1970 tarihinde ise Küçük Hanım’ın Şoförü çekilir.Ayhan Işık-Gülşen Işık çiftinin evi: Sadri Alışık-Çolpan İlhan, Belgin Doruk-Özdemir Birsel
Fikret Hakan, Ayhan Işık için şunları söyler: “O, bir zamanlar yakıştırılan şablonlara uygun solculardan değildi. Ama fanatik sağcı da değildi. Önemli yönetmenlerin getirmiş olduğu eleştirel kalıcı filmlerde de oynamaktan kaçınmadı, tam bir star gibi davrandı. İlerici olduğunu söyleyip de mangallarda kül bırakmayan çoğu sinema oyuncusundan daha çok onurlu filmlerde rol aldı. Gerçek anlamda Türk Sineması’nın yetiştirdiği ilk büyük stardı.”Ayhan Işık, Sadettin Erbil
8 Kasım 1957 tarihli Ses Dergisi için kaleme aldığı yazısında Ayhan Işık şunları yazar: “Ben, bir gazinoya gidince etrafımdaki kadınlı masalara içki veya meyve gönderen, hacıağa zihniyetli, halk temsilcisi rolü oynayan, sözde artistlerden değilim. Çarıklı erkanıharp olmayı bir nevi riyakarlık sayarım. Olduğum gibi görünürüm ve göründüğüm gibi olurum. Ekmeğimi alın terimle kazandığım, halk adamı, alçak gönüllü olduğum gibi, milyonların sevdiği ve her hareketini örnek aldığı bir sinema yıldızı olduğumu da unutmam. Ben sinema yıldızlığının gerektirdiği hareketleri yaptığım için bazıları beni gururlu, kendini beğenmiş sanır, insanları seven, alçak gönüllü bir artist olarak tanınmak için sahte gösteriler yapmayı çirkin buluyorum.” “Eli sıkı olmaya gelince… Barlarda, meyhanelerde zil zurna sarhoş olup tefeciye kırdırdığı bonoların parasıyla etrafa caka olsun diye ziyafet çekmek mi cömertliktir? Yoksa, iki gün sonra ne olacağını bilmediği ve kira evlerinde oturduğu halde parti verenler mi cömerttir? Ben hesabını bilen bir insanım.” “Sık sık kendilerine halk çocuğu diyenlere ise gülüyorum. Onlar halk çocuğu da biz zadegan sınıfının çocuğu muyuz? Halk çocukları, her şeyden önce, gerçekten namuslu kızlarla evlenirler. Yalan söylemezler, kimseyi aldatmazlar. Dejenere bir hayat yerine insanlığa faydalı olmayı düşünürler. ‘Kral’ sıfatını bana halk verdi. Kendi kendime, ben kralım demedim. Şöhretten, servetten başım dönmedi; ahlakım, karakterim değişmedi. Bugünün gençleri, şöhretli kimseleri kendilerine örnek alıyor. Ben de, meşhur insanların taşıdıkları büyük sorumluluğu bilerek yaşıyorum. Seyircilerime olan borcumu ödemek ve torunlarıma iyi bir nam bırakmak istiyorum. Eğer bunları yaptımsa kendimi bahtiyar sayacağım…”Ayhan Işık ve 1963 yılında evlendiği Gülşen Işık’ın tek çocukları Serap
Ayhan Işık, 16 Haziran 1979 tarihinde yaşama veda eder. Evinin balkonunda güneşlenirken güneş çarpmasına bağlı olarak öldüğü söylenir önceleri. Ardından, Işık’ın karısıyla problemleri nedeniyle çok mutsuz olduğu, bu nedenle intihar ettiği dedikoduları bile çıkar. Yakın arkadaşı ünlü sinema oyuncusu Sadri Alışık’ın sinema yazarı ve tarihçisi Agâh Özgüç’ün, Türk Sineması’nın Marjinalleri ve Orijinalleri adlı kitabındaki anlatımı, Ayhan Işık güneşlenirken bir anda beyin kanaması geçirerek hayatını kaybetmediğini, 13 Haziran günü yüksek tansiyonun tetiklediği konuşma ve yürüme zorluğu nedeniyle hastaneye kaldırıldığına dair doktor açıklamasını da doğrular nitelikte: “Ayhan yazlıkta (Kumburgaz), Cumartesi gecesi arkadaşlarıyla yemek yedikten sonra eve gelmiş. Biraz kiraz yedikten sonra uyumuş. Sabaha karşı, büyük bir kusmayla uyanmış. Ayhan’ın bu durumu karşısında şaşırmışlar. Bebek’teki bir eczaneye telefon açmışlar. Eczacı da atlayıp Kumburgaz’a gitmiş. Mideyi teskin edici bir iğne yapmış Ayhan’a. Fakat sonradan söylendiğine bakılırsa, o iğne tansiyon yükseltirmiş. Tansiyon da yükselince Ayhan’da konuşma ve yürüme zorluğu başlamış, sonra da kliniğe yatırılmış.”