İstanbul, 15 Kasım 1963
Sevgili Kardeşim Zeynep,
Mektubunu alınca çok sevindim. Sağol. Doğrusu, Ankara’daki okula gidince bizi unutursun sanıyordum. Mektubunu sınıfta bütün arkadaşlara okudum. Hepsi de sevindi. Sana selam yazmamı söyledi.
Ben de verdiğim sözü tutuyorum. Burda geçen önemli olayları sana yazacağım.
Sen burdan gittikten biriki gün sonra, hiç unutamayacağım bişey oldu. Onu anlatayım sana.
Öğretmenimiz bir sabah, okula müfettiş geleceğini söyledi. Çok heyecanlıydı. Ama biz daha çok heyecanlandık.
O gün müfettişin, burda yakınlarda olan başka okullara da gittiğini duyduk. Başka okullardaki arkadaşlarımıza, müfettişin ne yaptığını sorduk. Onların söylediğine göre, müfettiş her girdiği sınıfta öğretmene, “Bir problem yazdırın da öğrencileriniz çözümlesin,” diyormuş. Sonra, yine öğretmene, öğrencilere bir şiir yazdırmasını söylüyormuş. Yazılanları gözden geçiriyormuş. Ondan sonra, bikaç öğrenciye hep aynı soruları soruyormuş. Sorduğu sorular da şunlarmış: “Amerika kaç yılında keşfedildi?”, “En çok sevdiğin insan kimdir?”, “İstanbul’u kim fethetti?”, “Süleymaniye Camisini kim yaptı?”
Öğretmenimiz bize yeni defterler aldırttı. Karatahtaya çok zor bir problemle çözümünü yazdı.
— Bunu defterinize olduğu gibi geçirin! dedi.
Hepimiz defterlerimize, karatahtadaki o problemle çözümünü geçirdik. Sonra öğretmenimiz, karatahtaya bir de şiir yazdı.
_Bunu da defterinize dikkatle geçirin! dedi.
Şiiri de yazdık defterlerimize. Sonra öğretmenimiz terlerimize baktı. Doğru yazıp yazmadığımızı denetle
Yanlış yazılanları düzeltti.
— Çocuklar, Müfettiş Bey dersanemize gelirse, ben size bu problemle bu şiiri yazdıracağım... dedi.
Bütün bu işler olup bittikten sonra,
— Şimdi de bazı soruların cevaplarını öğreneceksiniz \ Müfettiş Bey kaldırıp sorarsa birinize, makine gibi çabuk cevap vereceksiniz... dedi.
Sonra bize, soruları ve cevaplarını ezberletti.
— Amerika kaç yılında keşfedildi?
Hep bir ağızdan bağırıyorduk:
— 1492.
— Dünyada en çok sevdiğin kim?
Bu soruya herkes başka türlü cevap verdiği için bir uğultu-gürültü yükseliyordu. Kimimiz “Atatürk”, kimimiz “annem” ya da “babam” diye bağırıyorduk.
Sonra öğretmenimiz üçüncü soruyu soruyordu:
— İstanbul’u kim fethetti?
Şıp diye cevabı yapıştırıyorduk:
— Fatih Sultan Mehmet.
Öğretmenimiz sorusunu bitirmeden, ezberlediğimiz
— Süleymaniye Camisini kim yaptı? Cevabı, hep birden bağırıyorduk:
— Mimar Sinan...
İki gün hep bu sorularla cevaplarını ezberledik. Öğretmenimiz sık sık “Sakın unutmayın ha!” diyordu.
Ben artık içimden, arka arkaya cevapları diziyordum: “1492. Babam. Fatih Sultan Mehmet. Mimar Sinan. 1492. Babam. Fatih Sultan Mehmet. Mimar Sinan. 1492. Babam...”
Öyle alışmıştım ki, nerde olsam, elimde olmadan, bu cevapları sırasıyla mırıldanıp duruyordum.
Bir sabah annem,
_ Hasta mısın? diye sordu.
— Değilim... dedim.
— Bütün gece, 1492, Babam, Fatih Sultan Mehmet, Mimar Sinan...” diye sayıklayıp durdun da, ateşin yükseldi sandım... dedi.
O gün ilk derste müfettiş sınıfımıza geldi.
Bilirsin, ben öyle çok heyecanlı değilimdir ama, nedense o gün çok heyecanlandım. Titriyordum heyecandan. Belki de öğretmenin heyecanı bana geçmişti. Çünkü onun ellerinin titrediğini gördüm.
Müfettiş,
— Öğrencilerinize bir şiir yazdırınız... dedi.
Bunun üzerine öğretmenimiz bize,
— Yazın! dedi.
Daha önce defterlerimize yazdırdığı şiiri okumaya başladı. Şiir, önceden defterlerimizde yazılıydı. Arkadaşların çoğu şiiri bile yazmıyor, yazarmış gibi yapıyordu.
Öğretmenimiz şiiri okumasını bitirdi. Müfettiş, teker teker defterlerimize baktı.
Hiçbirimizinkinde imla yanlışı bulamadı. Öğretmenimize,
— Teşekkür ederim, öğrencilerinizi iyi yetiştirmişsiniz, dedi.
Solumdaki sırada oturan Cengiz’in defterine bakmamıştı.
— Bakayım defterine... dedi.
Cengiz defterini uzattı.
Müfettiş,
— Bu ne? dedi.
— Şiir efendim.
Müfettiş,
— Bu nasıl şiir? diye bağırınca, başımı uzatıp yan gözle baktım.
Cengiz heyecandan yanlışlıkla, şiir yazık diye önceden matematik probleminin yazılı olduğu sayfayı açmış
— Nerde yazdığın şiir?
Az kaldı, Cengiz şiir yazılı öbür sayfayı açacaktı. Müfettişin arkasına gelen öğretmenimiz, eliyle, gözüyle işaretler yapmaya başlayınca, Cengiz durumu anladı.
— Şiiri yazamadım efendim... dedi, öğretmenimiz hâlâ eliyle Cengiz’e işaretler yaparken,
Müfettiş birden geriye döndü.
— Bir de matematik problemi yazdırın da çözümlesinler, dedi.
Öğretmenimizin yüzü kıpkırmızı olmuştu.
Müfettişin önce problem yazdıracağını, sonra şiir yazdıracağını sanıyorduk. Bize öyle söylemişlerdi. Müfettiş soru sırasını değiştirince Cengiz de şaşırmıştı.
Cengiz’in defteri müfettişin elindeydi. Onun için öğretmenimiz eskisinden başka bir problem yazdırdı. Matematikten hep pekiyi alırım, bilirsin. Artık öyle şaşırmışız ki, problemi ben bile çözümleyemedim. Defterlerimize bakan müfettiş suratını buruşturdu. Öğretmenimiz çok utanmıştı. İçimden, “Müfettiş, ah, beni kaldırıp sorsa da makine gibi cevaplar versem,” diyordum. Öğretmenimizin yüzünü ağartmak istiyordum. Kendi kendime boyuna: “1492. Babam. Fatih Sultan Mehmet. Mimar Sinan. 1492...” diye mırıldanıp duruyordum.
Sanki içimden geçenleri okumuş gibi, müfettiş bana,
— Sen kalk! dedi.
Sevinçle fırladım. Sonradan bana arkadaşların söylediğine göre, müfettiş,
— Kaç yaşındasın? diye sormuş.
Ben heyecandan soruyu anlayamadığım için, Amerika’nın keşfini soruyor sandım,
— 1492 efendim... diye bağırdım.
Şaşkınlıktan gözleri büyüyen müfettiş,
— Neee? Kaç yaşındasın? diye bir daha sordu.
Ben de, doğru cevap verdiğimi sanarak,
— 1492 efendim... diye daha yüksek sesle bağırdım. Müfettiş,
— İstanbul’u kim fethetti? diye sormuş.
Ben ezberlediğim cevap sırasına göre,
_— Babam... dedim.
Müfettişin, soruların sırasını değiştireceğini önceden hiç düşünmemiştim.
Müfettiş ayağını yere vurup bağırdı:
— İstanbul’u kim fethetti, diye soruyorum.
— Babam, efendim.
— Senin baban kim?..
— Mimar Sinan.
— Ağzından çıkanı duymuyor musun oğlum? Babanı soruyorum, Mimar Sinan diyorsun.
İşte ancak o zaman kırdığım potu anlayabildim. Ama heyecandan, müfettişin de bağırmasından öyle şaşırmıştım ki, bitürlü kendimi toparlayamıyordum.
— Peki, Mimar Sinan ne yaptı?
Artık büsbütün şaşırmıştım. O şaşkınlıkla,
— İstanbul’u fethetti efendim... diye bağırdım.
— Kim?
Sözde yanlışımı düzeltmek için,
— Mimar Süleyman... dedim.
— Süleymaniye Camisini kim yaptı öyleyse?
— Sultan Sinan Fatih...
Kelimeleri birbirine karıştırdığımı sezinliyordum ama artık toparlanamıyordum.
Müfettiş öyle kızmıştı ki, kızgınlıkla o da şaşırıp,
— Oğlum, dedi. Amerika’yı yapan Mimar Sultan Mehmet’tir, Süleymaniye Camisini de keşfeden Fatih Sinan’dır.
Çocuklar kendilerini tutamayıp kıkırdayarak gülüşmeye başlayınca, müfettiş yanlış söylediğini anladı. Yanlışını düzeltmek istedi:
— Yani Sinaniye Camisini Mimar Süleyman yaptı, Fatih’i Mimar Sultan Mehmet fethetti demek istiyorum.
Yine yanlış söylediğini anlayıp,
— Beni de şaşırttın be çocuk!., dedi.
Kızgınlıkla başını sallaya sallaya, kapıyı hızla çarpıp dersaneden çıktı.
Dersanede çıt yoktu. Bisüre sonra öğretmenimiz,
— Yazıklar olsun!., dedi.
Bu sözü, bana mı, müfettişe mi, yoksa kendisi için mi söylediğini anlayamadım.
Bu olayın beni nasıl üzdüğünü anlatamam. Her hatırlayışımda utanıyorum. Oysa çabuk çabuk cevaplar verip, öğretmenimizin yüzünü ağartmak istemiştim.
Söz verdiğin gibi, sen de bana orada olup bitenleri yaz, e mi? Mektuplarını bekliyorum. Ben de sana başarılar dilerim kardeşim.
Sınıf arkadaşın
Ahmet Tarbay